Günleri kutlamak kolay; zor olan hakları yaşatmak. Biz ıskalanan gerçeklerin gölgesinde yaşamaya devam ediyoruz.
Biz günleri kutlamayı hiç ıskalamayız…
Takvim ne diyorsa günü gelir, rengini değiştirir, kentleri süsler, konuşmalar yapılır.
Ama yaşamın gerçeği bu gösterilerin arkasında sessizce durur.
25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü’nde meydanlar turuncuya boyanır, paneller düzenlenir. Fakat genç bir kıza tacizde bulunan iki kişi bir yıl sonra cezaevinden çıkabiliyorsa… Eşini öldüren bir adam “iyi hal ”den tahliye olabiliyorsa… O turuncu ışıkların altında adaletin rengi kararıyor.
Peki, böyle bir düzende bu günü kutlamanın ne anlamı kalıyor?
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde yine kimse engellileri “unutmadığını” vurgular. Oysa engelli rampalarına park edilmiş araçlar, görmezden gelinen erişim sorunları bunun tam aksini söylüyor. Engelli çocukların okulda uğradığı taciz ve şiddet vakaları sürüyor. Devletin sağladığı katkılar ise en temel öz bakım masraflarına dahi yetmiyor.
Bu tabloyla kimi neyi anmış oluyoruz?
5 Aralık, kadınların seçme ve seçilme hakkını kazandığı tarih… Her yıl coşkuyla kutlanır, mesajlar paylaşılır. Ama siyasi partilerin kadın temsil oranı hâlâ %20’yi geçemiyorsa… Dünya nüfusunun yarısı kadınken, aradan geçen bunca yıla rağmen bu oran yerinden artmıyorsa…
Hangi eşitlikten, hangi ilerlemeden söz ediyoruz?
10 Aralık İnsan Hakları ve Demokrasi Günü…
Haklar kâğıt üzerinde yazılı; fakat pratikte karşılığı giderek silikleşiyor.
Her gün öldürülen kadınların hangi hakkı korunuyor?
Çocuk yaşta çalışmak zorunda bırakılan çocukların?
Okula aç giden, beslenme çantası boş kalan çocukların?
Eğitimde ve sağlıkta randevuyu üç-beş ay sonrasına alabilen yurttaşların hangi hakkı teslim edilmiş oluyor?
Bu yüzden…
Biz günleri kutlamayı ıskalayalım. Çünkü biz çoktan ıskalandık.
Tınlanmıyoruz…
Sesimiz duyulmuyor…
Ve günlerin süsleri, acı gerçekleri gizlemeye yetmiyor.
Vesselam yazdıklarımızda okunmuyor.























