Demircinin Seyis, nükteli sözler ve davranışıyla, çevrede neşenin odağıydı. Işığı renklerine ayıran cam gibiydi.
Seyis, atını arkadaş gibi seviyordu. Onsuz bir saniyesi bile geçmezdi.
Demircinin Seyis, konuştuğunda herkes gülecekti. Somurtan çehreler istemiyorum, diyordu. Değişen dünyanın gidişatını taklitlerle açıklardı. Büyükleri devlet kademelerinde görev yapmışlardı. Dede şehrin idari işlerinde, büyük amca ise sarayın görevlendirdiği mali işlerde çalışmıştı. Buna rağmen, Seyis’in babası demirciliğe gönül vermişti.
Seyis, atlarla ilgilenirken, bahçe işlerini kolaylaştıracak küçük el aletler yapardı. Bunlar arasında çayır biçme ve meyve budama için gerçekleştirdiği aletleri önemliydi.
Seyis pazarları, kendine has giyinirdi. Başında kalpağı, eski moda kabanı ve pantolonuyla dikkat çekerdi. Atının heybesini meyve doldurur ve bir tane kalmayana kadar çocuklara dağıtırdı. “Heybe boş, keyfim hoş” derdi.
Bir gün geldi ve o sözü diyemedi. Çünkü düşman geliyor diye köye haber salınmıştı.
Demirci ailesi tüm gücüyle çalışıyordu. Yaptıkları at arabalarına yenilerini ekliyorlardı. Ailelerin dağları aşabilmesi için arabaların önemi büyüktü. Evlerini bırakıp imkânsızlık içerisinde köyü terk edenler, dağdaki mağaralara sığınmışlardı.
Ailelere yardımda Seyis, önde geliyordu. Sosyal toplumun, kalmadığı bir ortam yaşanıyordu. Fakat canlarını koruyorlardı. Seyis, bu da geçecek, diyordu.
Toparlanmak kolay olmadı. Bir balkan dramı yaşanmadı ama evler zarar gördü. Düşmanın içerisindeki ihtilalin, yararını görmüşlerdi.
Seyis ve arkadaşı, dükkânı ilk anda bulamamışlardı. Bilinçli olarak, dükkân yerle bir edilmişti. Fakat kasabalılar el birliği içerisinde dayanışma örneğini göstererek, yıkılan yerleri onardılar. Tüm iş yerlerini çalışır duruma getirdiler.
Atlı arabalar köylere sürekli yardım taşıdı. Onlar köylerde Seyis’in arabaları olarak biliniyordu. Üretim artırıldı ve satıldı. Çarşı Pazar şenlendi.
Kalpaklı Seyis, kasabaya hizmet ediyor ve yeniliklere imza atıyordu.
Hasan TANRIVERDİ























