Eski bir anıyla haftaya merhaba demek istedim. Herşey güzel olsun!
PİKAPLI RADYOMUZ VARDI
Çocukluğumda pembe kapaklı bir pikapımız vardı. Hatırladıkça içimi cız ettirir hep. Unutulmazların başında gelen hatırı sayılır eşyalarımızdan biriydi o. Evimizden ne zaman gittiğini, eskidi diye ne zaman dışarıya atıldığını hatırlamıyorum. “Ah elime bir geçirsem, kaç para isterlerse veririm” diyecek kadar onu özlediğimi hissediyorum. Onun narin kapağını açarak iğnesinin tozunu temizleyip, bir de plak seçip içine yerleştirdikten sonra arkaya yaslanıp dinlemek için ne verilmez şimdi.
Kerpiç evlerin, çamurlu yolların, elektriğe yeni kavuşmuş olan ilçemiziin belki de en lüks eşyalarından biriydi o. Bir tencere yemek pişirmek için ocak başında bekleyen kadınların gaz ocağına yeni kavuştuğu bir dönemde, radyolu pikap damgasını vurmuştu bizim evin orta yerine. Ben henüz ilkokul ikinci sınıfta idim.
Dev cüsseli, cızırtılı sesler çıkartan, hantal gramofonlar gibi değildi o. Kucakta rahatlıkla taşınabilecek ölçüdeydi. Şimdiki büyük boy diz üstü bilgisayar kadardı kapladığı alan; yüksekliği ise sanırım dört parmaktan biraz daha yüksekçeydi. Eski radyolara göre oldukça küçük ebatına rağmen daha net ses çıkartıyordu. Hem kırk beşlik plak çalıyor hem de radyo görevi yapıyordu o güzelim alet. Babamın Hicaz dönüşü getirdiği bu maharetli kutunun evimizde uzun yıllar ağırlanmak üzere başköşeye oturduğu tarih 1966 veya 67 olmalı. Amerika’da Apollo-8′ in, 9′ un,daha sonraları 13’ün uzaya çıkış ve insanoğlunun Ay’a ayak basışından ajans başı haber veren bu pikaplı radyomuzun hakkı ödenmezdi.
Bu pembe kutunun zarif yapısı, annemin zevkini okşarken, maharetleri de babamın ilgi alanındaydı. Yani gönüller okşayan nadide bir eşyamızdı o. Kış mevsiminde oturma odası, misafir odası ve de yatak odası olarak çok amaçlı kullandığımız, yükü oldukça ağır olan odamızın hükümdarıydı adeta. Babam, parmağıyla sus işareti yapıp gözlerini ayırmışsa belli ki ajans saatiydi. Onun dibinde otururken sigarasını yakmayı ihmal etmezdi. Çileli hayatın yorgunluğunu onu dinleyerek daha kolay atıyordu belki de. Babam: “şu işe bak!” diyerek başını hayretle oynatınca sigarasının külünün halının üzerine düştüğünü fark etmezdi. Annemin çığlıklı ikazı gelince babam aceleyle biraz da korkarak elinin tersiyle silkelerdi küllerini.. “Elin gâvuru Ay’a gidiyor, biz de bunu anında evimizde öğreniyoruz; ne iştir Yarabbi?” diyordu biraz hayret biraz gururla.
Apollo uzay aracının Ay’a inişine akıl erdiremeyen aile büyüklerimizden birisi gibi:
“Git oğlum git inanma bunlara! Uydurup uydurup konuşuyorlar yahu!…Peygamber Efendimiz bile Ay’ı parmağıyla ikiye böldüğü halde oraya çıkamamış, Amerika’nın gavuru mu çıkacak…?” diyenler de vardı.
Diğer haberler çocuk hafızamın ilgisini pek çekmemiş olmalı ki radyoyla Apollo özdeşleşerek kalmış hatırımda..
Dışarıda soğuk ve kar hüküm sürerken sobamız akkor ateşin etkisiyle şeffaf hale gelir, tatlı bir kokuyla ısıtırdı kerpiç duvarlarımızı. Babamın efkârla tüttürdüğü sigaraların dumanları da efkârlı olurdu. Yoğun duygular içinde tüten dumanlar, aheste helezonlar çizerek sobanın kapağından kaçarlarken biz ince musiki zevkindeydik belki de…
Babamın getirdiği plaklar
Depreminde yavrularını kaybeden bir annenin feryadını Bahriye Kocadağ’ın sesinden dinlerken ağlamayan kalmazdı. Babamın Emine teyzesi bize geldiğinde, özel olarak onu dinlemek isterdi. Teyzesinin eşi (halk şairi Adil Soydan) yeni rahmetli olduğu için kadıncağızın içi yanık gözü suluydu zaten. Ağlamaya bahane arıyordu belkide. Fakat babamın muzipliği tutar, “Ağlatan plak” yerine Ali Avaz’ın sesinden “Güldüren Plak” dinleterek teyzesinin ağlama isteğini sabote ederdi bıyık altından gülerek.
Yıllar içinde ona bağımlı olmuştuk hepimiz. Hele haftaiçi her gece saat onda başlayan “arkası yarınlar” günümüzün dizi filmleri gibi heyecan katardı dünyamıza. Her gece saat ondan önce annemi bir telaş alırdı. Sobaya odunlar atarak yeni bir hararet dalgası altında yataklarımızı yapardı. Yere ve somyelerin üzerine serdiği yatakların bembeyaz çarşaflarını, yastıklarımızın üzerine kaneviçe işli örtülerini bir telaşla sererdiki anlatamam. Herbirimizi tek tek tuvalete gönderir; pijamalarımızı giydirtir ; kardeşlerimi uyumaya meylettirirdiki sakince dizisini dinlesin. Ben yatağımın içinde hem ders çalışır hem de anneme arkası yarın arkadaşlığı ederdim. Tatlı, huzurlu saatlerimiz olurdu o kutucuğun başında. Hayal dünyama kattığı renklerle hep anmaktayım onu bunca geçen zamana rağmen.
Acaba bizden sonra o güzelim alet kimlerin yüzünü güldürdü? Acaba hangi ellerde çürüdü ve nereye gömüldüğünü çok merak ediyorum.























