Dağa tırmanmayı, ortaya attığından beri çevresindeki insanların, davranışı bir tuhaftı. Herkesin gözü üzerindeydi. Dağın, hava durumu, saati saatine uymadığı için, tırmananların ne ile karşılaşacağı belli olmazdı.
Bugüne kadar gidenlerden, acınacak duruma düşenler olmuştu. Dağın yamacı, öyle engebeliydi ki ayak izi dahi belli olmuyordu. Yamaçtaki ağaçlık alan geniş sayılırdı. Bu alanda, mağaranın olduğu söyleniyordu.
Tuğrul, dağ konusunda, babasıyla da ters düşmüştü. Babası biraz düşün, dediği halde, Tuğrul her dağcı gibi yamacı biz de aşar, tepelere ulaşırız, diyordu. Babasına göre, doğrudan batağa saplanacak, diyordu. Tuğrul üniversite üçüncü sınıfta sanat tarihi bölümünde okuyordu. Uzun boylu, kahverengi saçlıydı. Annesi Tuğrul, kendine buyruktur, diyordu.
Yarın arkadaşları, Hakan ve Turan ile yapmaları gerekenle ilgili, bilgi alacaklardı. Yalnız arkadaşları da babalarını ikna edememişlerdi.
Yarın sabah erkenden, tırmanma başlıyordu. Bir vasıtayla yamacın başladığı yere kadar gideceklerdi. Yamacın su kaynaklarının olduğu sahadan, dağa ulaşmayı düşünüyorlardı.
Tuğrul annesine, görülecek yer değmezse geri döneriz. Annesi, içime su serpti, dedi.
Güneşin kavurduğu bir sıcakta, tırmanma başladı. Patika değil, ayak izi bile yoktu. Yamaç çok engebeliydi. Derin vadilerde, kaynak suları vardı. Çakıllı, taşlı ve büyük kayalar göze çarpıyor ve çalılıklar da görülüyordu.
Kaynak sular olmazsa, çevre sessizliğe gömülürdü. Turan kısa boyluydu, fakat çevreyi o gözlüyordu. Uçurumlar ve tepecikler yamacı çok engelli hale getiriyordu. Ağaçların altında yorgunluk giderdiler. Yabani hayvan izlerine rastlamadılar. Hakan, yiyeceğin olmadığı yerde, hayvan ne yapsın, dedi.
Yamaca tırmanmaya devam ettiler. Önlerine büyük bir kaya çıktı. Kayanın yanındaki açıklığa, önce seslendiler ve içeriye girdiler. Büyük bir mağara olduğunu gördüler. Hava bozduğu için odun toplayıp mağaraya bıraktılar.
Yağmurun başladığına inanamadılar. Çünkü biraz önce güneş vardı. Neyse ki mağarada, ateş yakabilirlerdi. Yağmur çevreyi, abluka altına aldı. Akşam olmak üzereydi. Ateşe kütükleri koyup yaktılar ve bir şeyler de yediler.
Yorgundular, ateşin yanında uyudular. Sabah ışırken uyandıklarında, ateş hala yanıyordu. Hava açıktı, kahvaltı ettiler. Mağaradan ayrıldılar, yamaç oldukça dikti. Taşlık alanlar ve büyük kayalar yamacı yürünemez haldeydi. Suyun sesi kulaklarından çıkmıyordu. Turan, kuş cıvıltısı da duyduğunu söyledi.
Yer yer kır çiçekleri ve orman güllerine rastladılar. Kaynaktan su içtiler. Önlerinde tepeyi kapatan büyük kaya vardı. Kayanın dibine vardılar. Çok yoruldular. Yalnız gördüklerine şaşırdılar. Çünkü kayadan içerisi, büyük bir mağaraydı.
İçeriye seslendiler ve girdiler. İçeride suyun damladığı dikit ve sarkıtlar meydana gelmişti. Her tarafı beyazdı. Değişik şekillerle süslü mağara görülmeye değerdi. Üç arkadaş heyecan içerisindeydiler. Şarkı söylüyorlar, gelmek istemeyen arkadaşlarına, sesleniyorlardı.
Tuğrul belki de ilk defa biz bulduk. İsmini de biz koyalım, dedi.
“Üç arkadaş mağarası,” adını verdiler.
Hasan TANRIVERDİ























