Sokakları işgal eden satıcılar, bağrışmalarıyla da insanları zor duruma düşürüyorlardı. Sabahın ilk aydınlığıyla, sokaklar inliyordu. “Ezogelin” içiniz, sıhhat bulunuz. Sıcak el yakıyor. Ötede meyveleri ayağınıza getirdim, bağrışmaları.
Damak zevkinizi ayağınıza getirdim, bir içen bir daha içiyor. Taze süt diye sesinin çıktığı kadar bağırıyordu. Simit ve boğaca alın diyenler. Her yan sokak satıcılarıyla inliyordu. Yeni pişmiş pilav ve nohut zevk için sunuluyordu.
Yiyecek ve içecekler bir sıraya doğru, dizili onlardan kurtuluş yoktu. Süt ahırdan yeni sağım diye bağırıyor ve az kaldı bitti, gidiyorum, diyordu. Çorbacı daha hararetli çünkü çorbası aynı zamanda ilaçtı. İçiniz şifa bulunuz, sözleri havada uçuşuyordu.
Öğleye kadar yeme içme satıcıları işlerini bitiriyor ve biraz sonra, ikinci el eşya satıcısı olarak karşımıza çıkıyorlardı. Bunların yanında meyve satıcıları da yerlerini alırdı. Oyuncak satanlar, sabit beklemezler sokak boyu gider gelirlerdi.
Çorba satıcısının yeni işi demir, alüminyum ve bakır parçaları için bağırıp çağırıyordu. Aynı zamanda eski eşya alıyordu.
Çocuk giyecekleri satanlar ise fabrika malı, çocuğunuzu sevindirin diyorlardı. Elini tutup yürüdüğün bir çocuklu aile görmesinler, önünü kesip göndermezler. Bir şey almasını sağlarlar. Hediyemiz olsun, çocuğunuz sevinsin ve yeter ki gülsün ve herkesin çocuğu giysin, derlerdi.
Her gün aynı sokaktan geçmek zorunda olanlar, çile çektiklerinin farkındadırlar. Satıcıdan da kurtarmak büyük bir problemdi. Verdikleri rahatsızlık ileri seviyede, bunlara satış için bir yer göstermezler mi? Bu nasıl bir iş ki herkes memnun görünüyordu.
Alınan çocuk gömleği evde bakıldığında, kollarının rengi, deseni ve malı farklı çıkıyor. Hatta öyle ki bir kolu daha kısa oluyordu. Önündeki düğmelerinin her biri daha değişikti.
Akşam iş yerleri dağıldığında, satıcıların hakimiyeti kesinleşiyor. Sokak ve meydan resmen işgal ediliyordu. Aralarından geçmek kolay değildi. Seslerinden bulutlar bile karışıyordu. Elma, armut ve muz satanların bağrışları, insana böyle bir şey olamaz, dedirtiyordu.
Köşe başında mısır pişirenler başka alem. Yeni çıkmış dünyanın en değerli yiyeceği sanki.
Akşam karardığında, satıcılar parkları kovuşturuyorlardı. Şekerleme ve balon gibi oyuncaklar da satıyorlardı. Bunlar o kadar bağırmıyor ama çocukların önünü kesip bir şeyler almasını sağlıyorlardı.
Mısır, suda pişmiş ve kızartılmış olarak satılıyordu. Çocukların eline tutuşturuyorlar ve aile de zorunlu alıyordu.
Satıcılar öğleden sonra kış uykusunda iken, sokağın her iki yakasını tutan, görevliler hepsinin arabalarını kamyona yükledikleri günler oluyordu. Tezgâhının elinden uçtuğuna üzülen satıcılar bu defa acı acı bağırıyordu. Ama ellerinden bir şey gelmiyordu. Ancak kamyonun peşini takip ediyorlardı.
Kamyonun peşine, sokaklar adeta canlanıyordu. İnsanlar rahat bir nefes alıyordu. Sokağın mağazaları ve dükkanları ortaya çıkıyordu. Manav gülüyor, bunların yüzünden dükkanımı kapatacağım. Artık bıktım yeter, diyordu. Bunların böyle kötü şartlarda satış yapması olamaz, diyor.
Eski eşya satanlar, çöpten aldıkları eşyaları yıkayıp ütülüyor ve satıyorlardı. İkinci el ayakkabılar da öyleydi.
Sokak satıcıları, nasıl bir boşluktan yararlanır anlaşılmazdı.
Hasan TANRIVERDİ























