Dün akşam yine gördüm. Önünden yürüdüm geçtim. Masum bir kız. Geçen yazımda bahsetmiştim. Bir karton kutuyu tezgah yapmış, kendi emeği olan renkli boncuklardan ve renkli tellerden bilezikler yapmış onları sergiliyordu.
Üç beş adım sonra, geçen haftaki konuşmamız aklıma geldi. 6’ya geçtiğini söylemişti. Döndüm bir daha baktım… 12-13 yaşlarında. Ne kadar ufarak bir kız!
Tacizci Nuri’nin 20’li yaşlarındayken ufak bir kız çocuğuna tecavüzü geldi aklıma. Kız çocuğu 10-11 yaşlarındayken sarkıntılık etmeye başlamış. Kız 12’yi geçince tecavüz etmiş…
Bir iğrenti geldi yerleşti göğsüme. Başka şeyler düşünmeye çalışarak aşağı, Altınkum‘a doğru yürüdüm.
Bir kalabalık, bir kalabalık!… İnsan, bu kadar insan çokluğu içinde, üstelik de bu sıcak havalarda kendini daha bir farklı hissediyor. Bu his, bazen değersizlik gibi geliyor bazen de “ben farklıyım…” gibi bir şekilde kendini öne çıkarmaya çalışıyor.
Yanımdan gelenlerin geçenlerin, yanım sıra yürüyenlerin bölük pörçük hayatlarına denk geliyorum. Kimi hayat parçaları, yanlarından geçip gitmeme rağmen zihnimde dolanıyor, hâlâ. Bir bakıyorum, başka hayatlar çalınıyor kulağıma, kalbimdeki yeni hislentilerle eski hayatlar karışmış. Bazen, diyorum, bu süreğen gürültünün içinde, ne kadar duymadığımız şey varsa o kadar çoğalıyor tuhaf bir gürültü. Sessizliğin gürültüsü olur mu?… Olur. Sessizlik, başkalarının gürültülerinin ardından kalan izlerdir. Asla, yokluk değildir.
Hafta sonu, Poseidon Sunağı denen yere gidecektim. Başladım yürümeye. Harita kafamdaydı. Daha önce arabayla gitmiştim. O bölgeye gitmiştim fakat Poseidon Sunağı denen yere yakından bakmamıştım.
Ben orayı rüyamda görmüştüm. Turuncu bir hava, turuncu sular, turuncu buharlar vardı. Bir akşam üstü mü bir sabah vakti mi, şimdi bile tam anlamadığım bir vakitti, rüyamdaki o vakit.
Teknik işlerime ara verdiğimde yan gelip yatmıyorum. Öyküler ve romanlar için izlekler arıyorum. Mekanlar arıyorum. Benim, dinlenme ve tatil anlayışım budur, genellikle. Tatil mi? Ara mı? Hayır! Başka bir uğraşı, iş. Fakat esaslı bir iş.
Geçen bir yazımda, bir roman konusundan bahsetmiştim… Yazacağımdan değil. Düşünüyorum öyle. O yazıdaki roman konusu ilgi çekici gibi geliyordu ilkin. Fakat sonra, böyle bir romanın, ne kadar edebi ele alınırsa alınsın bayağı bir roman olacağı kanaatine vardım.
Konu… Aslında hep bilindik konular. Para, tokatçılık, hırsızlık, şehvet… Yani aslında her yerde olan bayağı konular. Hırsız bir kadın, bankacıyı tokatlamış da, parayı geri vermemiş de… Bayağı konular bunlar.
Bir romanda, değersiz karakterler çok olmalı ki roman değerli olsun. Her kişilik, karakterden insanlar olmalı fakat biraz da olsun zamandan öte taşmalı. Veya, size ilginç gelebilir, sözüm; hem öte taşabilmeli hem de geriye taşabilmeli, zaman açısından.
Poseidon Sunağı gizemli bir yer. İlla bir roman yazılacaksa, mitolojik şeyler de katabilir miydik bu romana? Aynı zamanda, ki teknoloji-yapay zeka-robot teknolojileri de ilerledi, bilimsel teknolojik bir şeyler de katılabilir miydi bir romana?..
Poseidon Sunağı‘na gidecektim fakat hava çok sıcaktı. Yol baya bir uzundu. Cumhuriyet caddesi ile Liman yolunun kesiştiği yerde bir meşhur Karşıyaka market vardır. Tarif noktasıdır bu market. Oraya varınca, sağa dönün. Bir elli metre filan yürüyün. Sonra soldaki bir aradan girin. Doğruca yürüyün. Fener caddesinin sonunda, Poseidon Sunağı. Yol uzun ama. Şu havaların darlaması biraz azalsın, şıp oradayım.
Gitmedim fakat aklım hală orada. Niye orada anlamıyorum. Sanırım gidince anlayacağım.
Orası, detaylı araştırmadım fakat, biraz anlıyorum, tanrılara kurban adanan bir sunak. Dua filan da ediliyormuş. 2600 yıl önce taşlardan mermerlerden bir sunak yapılmış, fakat şimdiye bir iki yıkık taştan gayrısı kalmamış.
Orası çok ilginç bir yer.
Resim: Dosya:POSEIDON SUNAĞI – panoramio.jpg – Wikimedia Commons























