Sanayi devrimiyle birlikte sanayileşme ve hızlı büyüme süreci başlar.
1970’lerde küresel ısınmanın ciddi bir tehdit olduğu anlaşılır.
1972’de Roma Kulübü tarafından Büyümenin Sınırları isimli bir kitap yayımlanır.
Sürdürülebilir kalkınmanın, S. Brunel’in deyimi ile “küresel bir bilinç” haline gelmesi 1990’lı yıllarda olmuştur.
Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı, çevre sorunlarını ciddiye alarak, ekonomik büyümenin çevrenin korunması anlayışı ile bir arada yürütülmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.
“Sürdürülebilir kalkınma” kavramının ana başvuru kaynağı, 1987 tarihli “BM Brundtland Raporu” dur.
1987 BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, “Ortak Geleceğimiz” raporunu yayınlamıştır
“Sürdürülebilir kalkınma”; “Gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama olanaklarını ellerinden almadan, şimdiki kuşağın gereksinimlerinin karşılanabildiği gelişme sürecidir.” diye tanımlanmaktadır.
Brundtland Raporu’na göre “yoksulluk”, çevre sorunlarının temel nedenlerinden bir tanesidir.
Bu bakımdan, çevrenin korunması ancak, yoksulluk ve uluslararası gelir adaletsizliğine karşı mücadele ile mümkün olur.
Yoksullukla mücadelenin en etkili yöntemi ise, yoksul ülkelerin ekonomik kalkınmalarına destek vererek dünyanın ekonomik zenginliklerinin paylaşılmasıdır.
Ancak 1990’lı yılların başında “soğuk savaş”ın sona ermesi ile gelişmiş sanayi ülkelerinin yoksul ülkelere yaptıkları kalkınma yardımlarının stratejik önemi, dolayısıyla miktarı azalmıştır.
Özellikle yeni yüzyılda yoksullukla mücadele yerini, “terörle” mücadele şemsiyesi altında, emperyalist güçler arasında dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesine bırakmıştır.
BM’in 2012 yılında düzenlediği BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda (Rio+20), “sürdürülebilir kalkınma hedefleri” ve bu
hedeflere ne ölçüde ulaşıldığını saptamak için “sürdürülebilir kalkınma göstergeleri” belirlenmiştir.
“Çevresel”, “ekonomik”, ”sosyal” ve “kurumsal” olarak üç grupta toplanan söz konusu göstergeler, toplam 241 alt göstergeyi kapsamaktadır (Karacan, 2007: 650).
“Sürdürülebilir kalkınma” hiçbir biçimde piyasa araçlarını tartışmaya açmamaktadır. Piyasa koşullarında ise, çevre ister istemez “ticari bir mala” dönüşmektedir
Sürdürülebilir kalkınma, tek başına piyasa mekanizmasının sinyallerine terk edilemez.
Çünkü iklim, biyoçeşitlilik, doğal kaynaklar, toprak, vs ekonomik birer mal değildir.
Piyasa mekanizması çevre konusunda miyoptur, uzağı göremez.
Gerçek anlamda sürdürülebilir kalkınma, ekonomik gelişme ile çevrenin korunmasını eş anlı olarak ele alan bir sosyo-ekonomik değişim sürecinin adıdır.
Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada Türkiye kaçıncı sırada?
OECD Ülkeleri Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Endeksi Sıralamasında(Kroll,2015, UN SDSN) hedeflere hazırlık konusunda Türkiye 34 ülke arasında 33.sırada yer almaktadır.
İlk beşte; İsveç, Danimarka, Norveç, Finlandiya, İsviçre, Almanya..
Son üç ülke; Şili, Türkiye, Meksika..
Türkiye’nin zayıf kaldığı hedefleri arasında; en kısa ortalama yaşam süresi(65 yıl), kapsamlı ve adil bir eğitim sistemi sağlama bakımından son sırada olması, sağlık ve eğitim konularında zayıf olduğumuzu göstermektedir.
2021 Haziran’da 518 sayfalık bir SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA RAPORU yayımlandı.(By Jeffrey D. Sachs ve diğ.Cambridge Ünv. Yayını)
Yukarıdaki raporda 165 ülke verisi var.
Türkiye 70.nci sıradadır.
Ülkelerin 17 adet sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşma yolundaki toplam ilerlemesini ölçer.
İlk sıralarda; Finlandiya, İsveç, Danimarka, Almanya, Belçika, Avusturya, Norveç bulunmaktadır.
Rapor Türkiye için, 17 hedefin hepsinde de hızlı adımlar atmalı, diyor.
Özellikle de;
-toplumsal cinsiyet eşitliği,
– insana yakışır iş ve ekonomik büyüme,
– sanayi,
– yenilikçilik ve altyapı,
-eşitsizliklerin azaltılması
-iklim eylemi,
-sudaki yaşam
-karasal yaşam
-barış ve adalet
Başlıklarında hızlanmamız gerektiği vurgulanmaktadır.
























