Aksu Öğretmen Okulu – AZIKLAR OLSUN BANA!
Koltuk kılı fark olmuyor sakaldan
Tüccarlar aşağı indi bakkaldan
Aslanlara çoban düşmüş çakaldan
Şimdi aslanları çakal güdüyor.
ÂŞIK SEYRANÎ
(1807-1866)
1957-1958 ders yılında Aksu Öğretmen Okulu’nun 5.sınıf öğrencileri olarak şanslı bir sınıftık biz. Çünkü koca okulda yalnız bizim sınıfımızda vardı; bir kız öğrenci.
“34 Diken İçinde Bir Gül” demiştik ya hani! Evet, 34 erkek öğrenciydik ve o ders yılı, bir yıl önce kimya öğretmenimiz olan Selâhi Ertuğrul’un kızı Şeyma, Antalya Lisesi’nden naklen gelmişti sınıfımıza.
Biz 5. sınıf olarak, aramıza yeni katılan Şeyma arkadaşımızla birlikte yalnızca 35 kişiydik ama okulumuzun mevcudu yaklaşık 800’dü.
Bu durumda kız arkadaşımız, gerçekte “800 diken içinde bir gül” değil miydi?
Birkaç gün önce, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü kutladık; güya! Bu münasebetle Atatürk’ümüzün de kadınlar için söylediği çok güzel özdeyişlerini yineleyip durduk yine.
İyi ki bir Atatürk yetiştirmişiz de, her konuda olduğu gibi, kadını köle, ikinci sınıf insan gören geri ve ilkel anlayışı yıkmak için elinden geleni yapmış.
Ancak pek kısa sürmüş onun yönetimi. Genç denecek yaşta çekip gittikten sonra öteki dünyaya, her konuda olduğu gibi, kadın-erkek eşitliği anlayışında da hortlamaya başlamış geri düşünce.
Özellikle 1950-1960 arasında benim gibi yatılı öğretmen okullarında okuyan kız ve erkek öğrenciler çektiler; bu saçma sapan uygulamanın acısını.
1959’da İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ne gittiğimde kız, erkek diye bir ayrım yoktu; bu yüksekokulda. Karma idi tüm sınıflar. Dershanede de birlikteydik, yemekhanede de… Gezmede de birlikteydik, parkta, sinemada, gazinoda da… Yatakhanelerimiz ayrıydı bir tek.
Ne bizim bir zararımız oldu onlara, ne de onların bize… Kardeşten daha ileri, kardeşten daha yakındık birbirimize. 60 yıl geçti aradan, onlar bizi arar hâlâ, biz onları ararız.
Güzel olan bu değil mi?
Dini için ayır insanları, ırkı için ayır, milliyeti için ayır, cinsiyeti için ayır… Ne kaldı geriye?
Kim ne kazanır bundan?
Birkaç gün önce, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü kutladık güya.
Şu anda Amerika’da olan eğitimci yazarımız Fazilet Özkan Por, birkaç gün önce gönderdiği iletide, “Erkeğin adam olduğu yerde, kadınlara her gün 8 Mart!” diyordu.
Evet, katılırım bu görüşe. Ancak bu konuda kadınlarımıza da büyük görevler düşmüyor mu? Erkeklerin annesi değil mi onlar? Anneler, erkek çocuklarına küçük yaşlardan başlayarak akıllı, kibar ve anlayışlı bir eş olma bilinci kazandırmak için çaba gösteriyorlar mı?
Hele hele tüm öğretmenlerimizin görevi, yalnızca ders kitaplarında yazılanları aktarmak mıdır öğrencilerine? Özellikle de bayan öğretmenlerimizin daha bir önem vermeleri gerekmez mi bu konuya?
Düşünüyorum da öğrencilik yıllarımda hiçbir öğretmenim değinmedi; kadın-erkek ilişkilerine. Onları suçlamıyorum da, kendime dönüp özeleştiri yapmak istiyorum:
Ben, öğretmenlik yıllarımda bu soruna hiç değindim mi acaba? Kadın cinayetlerini görmezden, erkeklerin eşlerine yaptıkları zulümleri bilmezden mi geldim yoksa? Öyle ise eğer, yazıklar olsun bana!
Bir başka eğitimci yazarımız Şehriban Tuğrul, “Kıvılcım Yürekli Kadınlar” adlı eserinde, Orta Anadolu’daki bir kasabamızdan kadın-erkek ayrımıyla ilgili öyle saçma sapan gelenekler anlatır ki, şaşar kalırsınız. İşte bir örnek:
“Erkek tarafı, yakınlarından birkaç yaşlı kişi ve akraba ile kız evinde toplanırlar. Erkekler toplandıkları ayrı odada kızı ister. Söz kesildikten sonra kadınlar kendi odalarında kıza yüzük takar, ardından başına ipek eşarp (yağlık) bağlar. (…) Kızın gülmesi, başını kaldırıp etrafa bakması, konuşması ayıp sayılır. (…) Evlenene kadar nişanlılar görüşemezdi.”
Hayda!.. Oldu mu ya?
Nişanlılık, gençlerin birbirini daha iyi tanıma, anlama dönemi değil mi? Görüşüp konuşmayacaklar, gelecek için birlikte düşünüp taşınarak plan yapamayacaklarsa nişanlanmalarına ne gerek var?
İyi ki yazarımızın annesi ve babası, çevredekilerin tüm olumsuz sözlerine aldırmayıp yazarımızı okutmuşlar da o bu tür saçmalıkların piyonu olmamış. Piyon olmamış da ne mi olmuş?
Bunu söyleyemem işte! O acı gerçekleri öğrenmek isteyenler, bulup o kitabı(*) okuyacaklar. Başka çaresi yok bunun.
Ya o geri düşüncelerle korkutulmuş ailelerin okutamadığı kızlar?
Ya onlar, ya onlar!






















