Sürgün yaşadığı, şehrin sessiz halini özümsemişti. Evinden çıkar, tarih kokan sokaklarda dolaşırdı. Şehrin tarihi dokusunun bakıma ihtiyacı olduğunu gözlerdi.
Tarihi dokuya ait evler meyve bahçeleriyle çevriliydi. Meyve ağaçları oldukça gösterişliydi. Aile bireyleri bahçede gösterişli ağaçları düzenlenmesi için, çalışır ve gününü neşe içerisinde geçirirdi.
Evlerin meyve ağaçlarıyla, şehrin de surlarla çevrili olması özendiriciydi. Surların kapısı kapandığında şehir sanki korumaya alınırdı. Şehrin dışında spor sahaları ve yeni yerleşimle ilgili binalar bulunurdu.
Kale surlarındaki mozaikler daha dün yapılmış gibiydi. Her türlü fiziki zorlamalara karşı kendini koruması inanılmazdı. Sanatçıların ortaya çıkarttığı eser, görülmeğe değerdi. Surları günlerce gezmiş olsan, tüm güzellikleri ancak gözlemiş olurdun.
Surlardaki resim ve heykeller de tarihi esere tipik örnekti. Bu eserlerin hiçbir şekilde zarar vermeden gün yüzüne çıkarılmış olması önemliydi. Buna karşılık aynı titizlikle, bakımı da gerekirdi. Böylece tarihi sur, sanat eseri haline dönüşecekti.
Surlardaki heykellerin kitabeleri, zamanının diliyle sanatı ve geçirdiği evreleri seslendirirken, tarihi kalıntıları, duygusal yönüyle anlatıyordu.
Müdür duvar işlemesini seviyordu. Bu konuda rastladığı insanların bildiklerini aktarmalarını istiyordu. Çünkü kültür müdürü olarak, yaşayanların bildiklerini değerlendirmek istiyordu. Yıllar sonra okul arkadaşını gördüğünde çok sevindi. Arkadaşının babası şehrin tanınmış tüccarlarındandı. Bu itibarla ondan daha çok bilgi edinecekti. Surları araştıran heyetler ve gezici guruplarla da bağ kuruyor, ayrıca yaşlıları da soruşturuyordu.
Şehrin tarihi dokusunun zenginliği araştırmakla bitmezdi. Şehre Romalılar da gelmiş ve yeni eserler kazandırmıştı. Kısa süre için bu tür eserlerin tanıtılması zor olsa gerekti. Çünkü surları oluşturan taşlara, sanat eserlerini yapmak kolay değildi. O tarihler söz konusuydu ama halk da çeşitli kavimlerden, korunuyordu. Çünkü o tarihler kaleden içeriye kuş uçurulmuyordu.
Surlara ait meyve bahçelerinin bakımı nasıl yapılıyordu. Olaylar bahçelere kimsenin dokunmadığını ispat ediyordu. Yöneticilerin yaptığı söyleniyordu. Kalenin dışında, gölgesinde insanları saklayan ormanlar kendilerinin bahçeleri yer alıyordu.
Sanat severleri de yıllara hükmedemiyor, yaprakların sararıp dökülmesi gibi, zamana boyun eğiyordu. Yoksa sokaklarda boş gezinmek gerekir miydi?
Müdür meyve ağaçlarına baktıkça, surların duvarını da sarı görüyordu. Mevsim adeta duvara yansımıştı. Havanın bozulacağı ile ilgili yansıma tepelerde görülmeye başlamıştı.
Yaşadığı günlerin, neşe ve acısını birlikte tartıyordu. İçindeki duyguları yazıya dökmek istiyordu. Tarih kokan suru kaplayan yosunları koparıp taşların güzelliğine baktıkça hayranlığı bir kat daha artıyordu.
Müdür, bu güzel şehirde, insanlar tarihinden bihaber yaşıyordu. Düzlükler ne güne duruyordu. Düzlükleri tarla ve bağ haline getir. Böylece bölgenin üretimini artır. Karşılaştığı amcanın ahı gitmiş, vahi kalmıştı. Yine de ona hayattan beklentini buldun mu? Diye sordu. Yaşlı amca, başını öne eğdi ve “hayatın zorlukları karşısında ezildik. Elimizi attığımız her şeyden doğru, dürüst yararlanamadık. Hükümetler insanına bakmadı, baksa da görmedi,” dedi.
Amca, toprağa bakmakla yetiniyoruz. Meyve olgunlaşsın ve ağzıma düşsün misali. Arada sokakları arşınlamaktan başka çaremiz yok. Duvarlar yosunla, kafamız da sis ile kaplı. Gözlerimiz görmez ve kulaklarımız da duymaz oldu.
Duvar bize ve biz de duvara bakıyoruz. Duvarın paslanmış rengine, heykellerine ve kale kapılarına hayran olduğumuzu söylüyoruz.
Müdür, sur dibindeki güllerle teselli buluyordu.
Hasan TANRIVERDİ























