2,5 LİRA…(2)
‘Acaba emniyete gidip durumu anlatsa mıydım?’ diye içimden geçer geçmez kasap bey sordu:
” Bir isteğiniz var mı hanımefendi?”
Hay Allah, gülsem mi, ağlasam mı halime bilemedim.
” Şeyy, ben de eşimi bekliyorum da…Burada oturmamın bir mahzuru var mı? Ayaklarım ağrıyor da…”
Gülümsedi kasap;
” Yoo…İstediğiniz kadar oturabilirsiniz. Bakın keyfinize.Ben izninizle şuracıkta iftarımı açacağım…”
Ona gülümsemekle yetindim. Midemden sadece benim hissettiğim gurultuları, duymasın diye de sıkıca kollarımla sarmıştım bedenimi.
‘Ah ah, bir bilse başıma gelenleri. Karnım da açlıktan zil çalıyordu hani….’
Artık sesli mi düşündüm, yoksa yüz ifademden mi anlamıştı, yoksa duymuş muydu midemdeki “sos” sinyallerini bilmem ama kasap bey aydınlık bir yüzle başını paravanın yanından uzatmıştı:
” Hanımefendi, niyetliyseniz siz de buyrun. Açın orucunuzu. Allah ne verdiyse yiyelim. Eşim pastırmalı kuru fasulye ile pilav pişirmiş. Turşu da var. Buyrun.”
Hayatımda aldığım en güzel yemek davetiydi:
Daveti teşekkür ederek kabul etmiştim. Hiçbir davet bu kadar mutlu etmemişti beni.
Hele küçük masadaki sıcacık pideleri görünce nasıl nasıl mutlu olmuştum.
.
İftarı açtıktan sonra kasap beyle havadan sudan sohbete koyulmuştuk. Sonra eşim için endişelendiğimi söylemiştim. Eşimin hala neden gelmediğini o da merak etmişti.
Önce Beşiktaş emniyetini aradı, sonra iki hastanenin acilini. Eşimin adı kayıtlarda yoktu. Biraz olsun rahat nefes almıştım.
Peki bu adam neredeydi?
Saatler geçince insanın endişesi artıyordu.
O gün öyle çok dualar ettim ki anlatamam.
Cüzdanımın çalındığını öğrenen kasap borç para vermeyi teklif edince içimden ne çok sevinmiştim. “Bir şartla borç alabilirim,” demiş nüfus kimliğimi uzatmıştım:
” Yarın borcumu ödemeye geldiğimde kimliğimi alırım. Kabul etmezseniz almam…”
Eliyle kimliğimi itelemişti:
” Bakın hanımefendi; Ben çocukluğumdan beri esnaflık yaparım. Şu kapıdan kim girerse girsin üç dakikada size onun nasıl biri olduğunu anlatırım. Hani eti elinize alır, kilosunu tahmini söylersiniz sonra da terazide aynı dediğiniz gibi çıkar ya…İşte insanı da ilk bakışta tartarım; göz kantarım hiç şaşmaz. ”
Sözlerini tamamlar tamamlamaz, az önce çantamdan çıkarttığım kimliğimi almam için ısrar etmişti. Tezgaha koyduğu kağıt ve bozuk paraları almamı istedi. Ben de teşekkür edip sadece ulaşım ücretimin tutarı olan dört adet 2,5 lirayı alıp cebime koymuştum.
.
Kasaptan çıktığımda güneş çoktan batmış hava alacakaranlığa soyunuyorken bende Üsküdar vapuruna binmiştim.
Apartmana yaklaştığımda başımı yukarı kaldırdım. Dairemizin ışıkların yanık olduğunu görünce yüreğime sanki sular serpilmişti.
Demek ki eşim evdeydi. Ama aklımı karanlığa öteleyen sorular düşünce öfke katsayım iyice artmaktaydı.
Görürsün sen şimdi…
Anya mı, Konya mı?
Söylene söylene, burnundan soluyan boğalar gibi merdiven basamaklarını arşınlıyordum.
Beş katlı apartmanın beşinci katındaki dairemize elimde topuklu ayakkabılarımla, yalınayak çıkmıştım. Nihayet daire kapımıza soluk soluğa varmıştım.
Zili o gergin halimle parmağımı iyice bastırıp bekledim. Ama kapı bir türlü açılmamıştı.
Çantamı karıştırdım. Anahtarlarını bir türlü bulamamıştım. İşte o dakika anımsamıştım.
Hay aksi şeytan!
Keşke küfür lügatım olsaydı da dudaklarımdan dökülen sözcükleri destekleseydi.
Çünkü daire kapımın anahtarları yankesicinin çaldığı cüzdanımın içindeydi.
Olacak iş miydi şimdi?
Peki eşim eve gelmiş ise, ışıklar neden yanık bırakıp çıktı?
Zile tekrar tekrar bastım. Yetmedi yumrukladım. Yok yahu, ne gelen vardı, ne de kapıyı açan. Yaptığım gürültüyü bırakınca sanki içeriden bir ses kulağıma çalınmıştı.
Sağ kulağımı kapıya dayadım. Duyduğum ses öyle aşinaydı ki…İçeriden müzik sesi geliyordu.
Bu kez de düşüncelerimin pusulası şaşmıştı. Acaba eşim geldi de uyuya mı kalmıştı? Zira kulağıma çalınan müzik onun en sevdiği Türk Sanat Müziği parçasıydı.
Eğer uyuyorsa var ya benden öyle bir çekeceği vardı ki… Söylenip durdum.
” Başlarım ben senin nazende sevgiline…”
İnatla zili çalmaya devam ettim. Yetmedi kapıya topuklu ayakkabımın tepkiyle vurup vurup durdum. Yok yok, açmıyordu. Tak tak seslerini sağır sultanlar bile duyardı yahu…
Ahan da olanlar oldu işte!…
Kulağıma yabancı sesler gelmeye başlamıştı bile..
” Neler oluyor yahu?”
” Bu gürültü de neyin nesi?”
” Sanki apartman yıkılıyor …”
İşte olan olmuştu.
Korktuğum başıma gelmişti!
Önce karşı dairenin kapısı, sonra yan dairenin kapısı ve alt katların daire kapıları tek tek açılıp ” bu gürültü de neyin nesi?”sesleri yükselmeye başlamıştı.
Rezil olmuştum komşularına da…
Karadenizli karşı komşum seslendi:
” Kapıda mı kaldın komşu? Yardım edeyim mi?”
Ona itiraz etmedim.
” Evet yas… kapıda kaldım komşum.”
” Valla komşum yardım ederseniz çok memnun olurum. Eşim sanırım içeride uyuya kalmış. Duymuyor zilin sesini…”
Beş dakika sonra alet çantasıyla yanıma gelmişti. Tamir atölyesi olan komşum kapımı açmıştı bile. Ona minnetle karışık duygularla teşekkür edip diğer komşularımdan birkaç kez özür dilemiştim.
İki oda bir salondan ibaret mini daireme girdiğimde eşimi salonda görememiştim. Hızla diğer odalara koşturdum. Hiçbir yerde yoktu.
Allah’ım neydi bu?!
Şaka mıydı?
Yoksa eve bir hırsız mı girmişti?
Ama her şey yerli yerinde idi. Ortalık dağınık falan değildi.
Müzik seti çalışıyordu. Mantıklı düşünmeye başladım.
‘Belki eve geldi. Müziği açtı. Sigarası bitmişti. O da tekel bayisine gitmişti. Olumsuz düşünme ve kadın…’
Aklıma düşen en mantıklı yanıt buydu.
Bu düşünceler içinde biraz soluk almıştım. Sonra banyoya gidip elimi yüzümü, ayaklarımı yıkamıştım. Üzerime ev giysilerini geçirip salona geçtim.
Yorgundum.
Üzgündüm.
Gergindim.
Kendimi üçlü koltuğa bıraktım.
Televizyonu açıp haberleri dinlemeye başladım… Ama ekrana sadece gözlerim bakıyordu. Aklımın rotası hep eşime doğru yol almaktaydı. Şimdiye kadar çoktan eve gelmiş olmalıydı.
İnşallah beni ekmek fırınının önünde ağaç etmesinin haklı bir nedeni vardır.
Ah bir gelsin görecekti; dünya yuvarlak mıymış, yoksa dört köşe miymiş?
Yeter ki sağ salim gelmiş olsun.
Sözel düollosunu bakalım kim kazanacaktı?
O yorgunluk haliyle sanki hipnotize olmuşum gibi salondaki üçlü koltukta uyuya_kalmıştım.
Devam edecek
Emine Pişiren/ Kocaeli