Konuşmasında Atatürk’ün “Çağdaş uygarlık seviyesine” vurgu yapardı. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir,” Derdi.
Çağdaş Ülkelerin seviyesine çıkmak, ilimde ve fende başarılı olmakla mümkün olabileceğini söylerdi. Karşı durana, sessiz kalana ve mevcudu savunanlara “Cehalet ürünü,” Derdi.
Cehalet ürünü deyimini o kadar çok kullanırdı ki adı “Cehalet ürünü” olarak kaldı.
Her ay bir cehalet ürününü ele alırdı. Bu ay da köy yolunun ve mahallelere giden patikaları konuşuyordu. Yürünecek hâl olmayan yolları el birliğiyle, insanın geçebileceği hâle dönüştürelim diyordu.
Aylık okul toplantısında “Yol” konu edilecekti. Müdür genel gidişatı açıklar, sonra Hüseyin öğretmen, bu ayın konusunu anlatırdı. Yapılması gerekenleri sıralardı. Velilerin görüşleri not alınır ve gerekli yerlere iletilirdi.
Hüseyin öğretmen, elin oğlu, aya gidiyor. Her yere asfalt yollarını yapmış, Ülkelerini yollarla ağ gibi örmüşler. Biz hâlâ cehalet ürünü patikalarda çamur deryasıyla boğuşuyoruz, diyor. Cehalet ürünü olmaktan kurtulmak için, muhtar, yardımcısı ve okul müdürü ile vilayete gidelim. Yol işleri ile görüşelim. Yolların yapımı listesine köyümüzü alsınlar.
Cehalet ürünü yalnız yollar olsa, her evin suyu ve elektriği olacak. Ayrıca sağlık ocağı ve muhtarlık misafirhanesi yapılmalıdır. Köylüler de fikirlerini söyledikten sonra dağıldılar. Dağılırken müdür belli ailelere balıkçıdan hamsi ve ekmeklerini almalarını söyledi.
Köy çevrenin merkezi olabilecek konumdaydı. Çalışmalara birlikte katılacaklardı. Böylece cehalet ürünü ortadan kalkacaktı. Her mahallenin yolu sayesinde insan gücüyle yük taşıma işi sona erecekti.
Yolar yapıldıktan sonra herkes evinin çevresini düzenleyecekti. Ev ve çevresi bu sayede temiz bir görünüme kavuşacaktı. Yolla birlikte elektrik ve su işleri başlayacaktı.
Köyün önemli bir problemi daha vardı ki, bu problemi okul olarak başaracağız. Tüm çocuklar okuyacak ve gerekli yardımı yapacağız. Okutmayanların çocuklarını biz okutacağız.
Hüseyin öğretmen köylülerle mücadelesini sürdürüyordu. Sosyal dersinde, çocuklara, bugünlerde, ne gibi cehalet ürününe rastlıyorsunuz diye sorardı. Çocuklardan; Ayhan, annem ve babam cehalet ürünü olarak değirmenden un çuvallarıyla geldiler. Annemin ayağı ağrıdı şimdi üzerine basamıyor.
Meltem, ışığın camı kırıldı. Kara ışığı yakmak zorunda kaldık.
Turan, mahalleye saptıktan sonra dala takıldım düştüm ve dizim incindi. Sabaha kadar uyuyamadım.
Ayşe, karşı köyden kriz geçiren amcayı yola taşırken düşürdüler ve vefat etti. Cehalet ürünü.
Yusuf, annem ve babam okursan yaylaya nasıl gideriz diye beni okutmamayı düşünüyorlar.
Hanife, ablamı okutmadılar. Çocuk yaşta evlendirdiler. Her gün üzülüp ağlıyor.
Handan, ışık neyimize yetmezmiş çok ışık olursak yanarmışız. Annem öyle diyor. Anneme düşünsene ahıra indin aydınlık bir ortam sütünü sağdın. Bizi yakacak olsa bu kadar şehirdekiler niçin yanmıyor. Bunlar çürümüş cehalet ürünü.
Sınıfın en uzun boylusu, ilk okul dört değil, ortaokul son sınıf öğrencisi boyunda olan Fikret’e baktı Hüseyin öğretmen. Fikret, başını önüne eğdi ve gözleri doldu. Bir şey söylemek istemiyordu. Hüseyin öğretmen hepimiz bir şeyler söyledik senden de bekliyoruz, dedi.
Fikret, söylenenler bir şey mi. Babam beni her gün dövüyor. O boyunla posunla utanmıyor musun? Çocukların arasına girmeye. Bırak okumayı evde çalışacak kimse yok, diyor. Öğretmenim okumak istiyorum. Beni onların elinden kurtarın ne olursunuz? sözünüzün dışına çıkmam. Fikret’in ağlaması herkesi ağlattı.
Hüseyin öğretmen üzülme seni okutacağım. Hem de en iyi okullarda okuyup doktor olacaksın. Doktor olduktan sonra bizi muayene edeceksin, dedi.
Hüseyin öğretmen Fikret’i yatılı okulda okuttu ve tıp fakültesini kazandı. Şimdi doktor, “Önce öğretmenlerimi muayene edeceğim,” diyormuş.
Hasan TANRIVERDİ





















