Bugün geçmişe kaçamak bir bakış attım. Sadece ortaokul yıllarıma…
O bakış küçük bir kapı aralığından görülebilen çok şey gibi beni içine çekti…
İlkokulu bitirmişsin. Daha doğru dürüst saçlarını tarayamıyorsun. Değil çamaşır yıkama kendi başına banyo yapamıyorsun. Bir de bakmışsın burnundan akan sümük ve gözyaşları ile kendini, herkesin kendi derdine düştüğü bir yerde bulmuşsun…
O çocuklar çamaşırlarını nasıl yıkayabilirler? Nevresimlerini nasıl değiştirebilirler? Hasta olduklarında ne yaparlar?…
Zordu yaşananlar…
Benimle aynı yoldan geçen herkes biliyor. Nazilerin toplama kampındaki gibi ( filmlerden biliyoruz) topluca banyoya götürülürdü uyuz olanlar veya saçları bitlenenler. Öncesinde etütteyken sınıfımıza gelip, gece nöbetçisi öğretmenle saç kontrolü yapardı büyük ablalar. Çok alçaltıcı bir şeydi. Başınızı öne eğerdiniz, onlar ellerini sürmeden bir kalemle saç diplerinizi kontrol ederdi. Numara alırlardı sonra. Fişlerlerdi bir anlamda. Sizi geçip de numaranızı almazlarsa sevindirdiniz temiz olduğunuz için. Çocukluk işte, “belki de yaptıkları işten bıkmışlar özenmemişlerdi bakma işine.”
Ben o günlerden kalma, kükürt kokusundan anlamsız bir şekilde korktum. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama uyuz olanlardan kalan ilaç benzeri bir şey olurdu bulamaç gibi, kaplarda. O koku bana hastalığı, sevgisizliği, itilmişliği hatırlatırdı sanırım. O ilaçtan hiç sürünmedim ama neden travmatik izler bıraktığını hâlâ anlamam…
Yatılı okuldan, öğretmen lisesinden bu küçük kesiti şunun için yazdım,
geçmişi temize çekiyor hafızalarımız. düzeltiyor, ne güzel günlerdi dedirtiyor…
Yaşayıp da güzel hatırlayanlara, oraya methiyeler düzenlere, disiplininden medet umanlara, sakın ama sakın haa diyorum…
Sağlıklı nesiller ancak sağlıklı sevginin varolduğu yerlerde yetişirler…





















