Çatılar uçmuş, bacalar yıkılmış, köyün altı üstüne gelmişti. Ağaçlar kökünden sökülmüştü. Dehşet tablosu, yalnız adama göre değildi.
Yalnız adam hayal dünyasından çıkmıyordu. Onun için çile çekmek doğaldı, çünkü hayatı o olaydan sonra çile doldurmak şekline dönüşmüştü. Olayı bile hayal meyal hatırlıyordu. Konuşmuyor ve suskun kalıyordu. Kış uykusundaki ayı gibi, yattığı yerde kalıyordu.
Okul gecesine gitmek üzere otobüse binen hanımı ve çocukları, kazada hayatlarını kaybetmişti. Yalnız adam durumuna düşen mobilya ustasının hayatı zindan olmuştu. Bir ay hastanede kalmış, sessizliğe gömülmüş ve bir daha kendine gelememişti. Sessizdi ama bulut gibi, su mu yoksa şimşek mi yüklü olduğu eylemden sonra ortaya çıkacaktı.
Köye geldiğinde bahçe kapısından içeri girmemişti. Evinin kapısın açık, ışıklar ve ateş yakılı değildi. Herhangi bir canlılık emaresi görülmüyordu. Nerede kaldığını bilen yoktu. Köyden çıkmadı düşüncesinin yoğunluk kazandığı bir günde, yalnız adama pazarda rastlamışlardı. Yiyecek ve ekmek almıştı. Saman çöpü gibi suyun hareketiyle engine sürükleniyordu.
İçten dostu olanların da haberi olmuyordu. İnsanın bir hedefi olur. Tohum bile toprağı görünce çimlenir. Köyün insanı ol ve herkesten gizli kalabilmeyi başar. Olayı kabullenemeyen muhtar mobilyacıyı takip edeceğiz, köşe bucak arayacağız dedi.
Pazardan geldiğinde arkasına bakmadan telaşla koştu. Su vadisi tarafına gitmişti. Gerçekler çok çetindir. İnsanla temas kurmayan, sağlığını ve işini kaybeder. Bu yönüyle muhtar mobilyacıyı bulacağını söylüyordu. Ne kadar gizlenecekti. Aç duramazdı.
Belki de beyni acıma hissiyle kavruluyordu. Doğru sözlü sevecen insanın düştüğü durum içler acısıydı. Korkunç yalnızlık, çocuklarının çığlıklarıyla birleşince iyice sarsılıyordu. Mağaranın kapısına vuran çocuklar onu uykudan zıplatıyordu. Bazen mağaranın öteki tarafında gürültü yapıyor ve gülüyorlardı. Sıkıntı da bile neşe bulmalı insan.
Mağarada günleri geçiyordu. Mağara su vadisine bakan güney cepheye açılıyordu. O tarafa insanların geçmesi zordu. Taşın içi büyüktü, güneş ışınlarının ısısıyla kalorifer gibi ısınıyordu. Taş mağarasında geceleri ateş yakıyor, bir şeyler pişiriyordu. Köylülerden biri görmüş ve “Kaya tütüyordu.” Demişti. Derdim bana yeter kimseyle konuşmak istemiyorum diyordu.
Pazara gittiği gün, muhtar tarafından takibe alındı. Sebzesini ve meyvesini aldı. Çocuklarının sevdiğini alıyordu. Sırtındaki sepeti doldurdu ve köyün yolunu tuttu. Çok geçmeden, yoldan saptı ve tepelerden köye gitmeye çalıştı. Muhtar neden karşılaşmıyoruz anlaşılmıştır dedi.
Muhtar, ekmek, helva, et, yoğurt ve yumurta alarak onu köyün çevresinde karşıladı. Mobilya ustası karşısında muhtar ve heyeti görünce yere çöktü.
Birlikte onu evine götürdüler ve evini temizletip eşyalarını yerleştirdiler. Yiyeceklerini buz dolabına koydular. Onu bırakmadılar ve günlerce hayata döndürmeye çalıştılar. Yaşantısında gerçeğin dışına çıkmaması gerektiğini anlattılar. Solan çiçek gibi bir tarafa atılamazsın. Bizimle beraber olacaksın.
Köy nöbet tutar gibi ustayı bırakmadılar ve hayata kazandırdılar. Her zaman kendine inanacaksın. Ölenle ölünmüyor.
Dalgalar çırpıntı ve dalgalar yeniden hayat kazandı.
Hasan TANRIVERDİ