Okulun açılmasından önce, olgunlaşan meyvelerimizi pazarda satar, okul harçlığımızı çıkarırdık. Özellikle mevsim şartlarının yerinde seyretmesi durumunda ise neşeli günler geçirirdik.
Sebzelerimizin kalitesi sayesinde, pazar payımıza olan ilgi artıyor, rahatlıkla satış yapabilecek ve eğitimimizle ilgili maddi desteği elde edebiliyorduk. Bunun için, toprağın ihtiyacı olan gübreyi zamanında toprağa atardık. Sulamaya dikkat eder ve ürünlerimizin kalitesine önem verirdik.
Meyve ağaçlarımızın bakımını ziraat mühendislerine kontrol ettirir, isteklerini uygulardık. Meyvelerimiz olgunlaştıktan sonra, hafta günleri pazara götürürdük. Pazara çıkmak için hazırlıklarımızı önceden yapardık.
Pazara çıkacak meyveler, kendine has olan parlak rengini alması gerekir. Meyvelerin olgun diye geçkin görünmemesi esastır. Meyveleri ambalajlayarak kasalara düzenli koymayı iyi beceremediğimiz için, üçte birini zayi ederdik.
Pazarda payı en büyük olan meyvemiz, mor incirdi. İnciri kaç sepet götürürsek o kadar satıyorduk. İncir meyvesinin toplanmasına özen gösterir, kasalara titizlikle yerleştirir, yine üzerini incir yaprağı ile örterdik.
İncir kasalarını sepetlerde pazara kadar taşırdık. Tezgâhta meyvenin görünüşü müşteriye cazip görünürdü. Pazar terazimizi ayarlıyorduk, çünkü kefeleri sağan gibiydi. Meyvelerin sağana konması rahat oluyordu.
Ben, ilk seferden sonra tezgâhın başında dururken, kardeşim de taşıma işlemini hallediyordu. Meyveyi ezmeden satma işlemini yapıyordum. Yalnız diğer meyveler, hemen satılmıyordu. Onlar için öğleden sonraya kaldığımız oluyordu.
Okul açılmadan en az iki ay öncesinden pazarcılığımız başlıyordu. Amacımız daha önceden yazdığım gibi, okul harçlığını çıkarmaktı. Okul açıldığında ise işi bırakıyorduk.
Her zaman ki gibi, pazara çok iyi hazırlık yapmıştık. Arkadaşların armutlarını da almıştık. İnciri o sabah topladık. Havaların iyi gitmesinden dolayı meyve çok ve lezzetliydi. Meyveyi kasalara yerleştirdik. Pazara iki sefer yaptık. Diğerlerini kardeşim taşırken bende tezgâhta yerimi aldım. Hemen iki kilo incir verdim. Kardeşim geldiğinde iki kilo daha satmıştım.
Kardeşim eve gittikten sonra, iri yarı takım elbiseli ve kravatlı bir adama da, iki kilo incir verdim. Aradan yarım saat geçmeden kravatlı adam geri geldi. Yanında zayıfça birisi vardı. Meyvelerin hepsini toptan almak istediğini söyledi. Kravatlı adamı tepeden tırnağa süzdüm.
Beyefendi, özür dilerim, şaşkınlığımı bağışlayın, ilk defa sizin gibi bir alıcıyla karşılaşıyorum. Neden olmasın dedim. Meyve sepetlerinin ağırlıklarını söyledim. Ayrıca kaç kilo sattığımı da ekledim. Kravatlı adam yanındakine, sepeti al boşalt gel dedi.
Adam sepeti sırtladığı gibi uzaklaştı. Kravatlı adam sepeti yasladığım taşa oturdu. Sakin hareket ediyordu. Ne kadar tuttuğunu sordu. Meyvelerin tutarını söyledim. Sessizliğini bozmadan tutarın tam iki katı parayı verdi. Kalktı çevreye baktı, zayıf adam bir süre sonra, sepetle geldi. O arada kardeşim de yanımda bitti. Bir sepet armut getirdi. Kravatlı adam onu da aldı. Kardeşim şaşkın bana baktı. Armudun da parasını da iki kat üzerinden verdi. Paraya itiraz ettim. Fazla olduğunu kabul edemeyeceğimi söyledim. Parayı almadım. Bunun üzerine, yanındaki zayıf adama bir şeyler söyledi. Adam sepeti alıp gitti. Kendisi de biraz dolaşıp geldi. Sepetin içerisinde karpuz ve bir ekmek olduğu halde geldi.
Kravatlı adam, paraları kardeşimin şaşkın bakışları arasında zorla cebime koydu. Hiçbir şey anlamış değildik. Kravatlı adam yanımıza yaklaştı ve konuşmaya başladı. “İki sepetin meyvelerini gelenlere helal olması kaydıyla dağıtın,” dedi. Sustu, gözleri doldu. “Davranışımın nedenini merak ediyorsunuz değimli? Diye sordu. Bizde evet dedik. İyi giyimli ve kravatlı adam, “Çocuklar, davranışınız hep böyle olsun. Rahmetli babaannenizi çok iyi tanırım. Doğru, dürüst ve ahlaklı hareketlerinizi sürdürün. Kısacası insan olun. Çok çalışın, okumayı bırakmayın,” dedi.
Nüfus kâğıdını gösterdi.” Peki” dedi, “teraziyi ters çevirin, arkasında ne yazıyor,” dedi.
Kefeyi çevirdik ki, ne görelim, aynı isim yazmaz mı? Ne diyeceğimizi bilemedik. Kravatlı adam, konuşmaya devam etti. “Bu teraziyle aynı meyveleri ben de satıyordum.” “Çocukluğumun geçtiği pazarda terazinin güzel günlerimde büyük payı var. Terazi yalnız meyve tartmadı. Yaşantımda doğruluğun ve ahlaklı hareketin simgesi oldu. Hilesiz tartmak, alamayan fakir ve yaşlılara vermek anlayışını, terazi sayesinde uyguladım. Bana yapılan dualar sayesinde çok güzel günler yaşıyorum.” Dedi.
“Teraziyi görünce o günlere döndüm. Bana hayatımın olayını yaşattınız Çok teşekkür ederim,” dedi. O’nun maddi ve manevi yapısını korursanız, çok mutlu olacağım.” dedi.
Sizlere terazinin teslim edilmesinden sonsuz mutlu oldum. Çok gururlandım. Siz de bu teraziyi ya koruyun ya da pazarcılık yapan dürüst bir esnafa verin,” dedi. İsminin Ömer olduğunu söyledi. “Meyveleri sattıktan sonra sepetime bir ekmek ve karpuz koyar, evimin yolunu tutardım. Onun için sizin de sepetinize karpuz ve ekmek aldırdım,” dedi. Ömer amca ayağa kalktı, kravatını düzeltti, gözlerini sildi ve omzumuza vurdu,” Sağ olasınız, hayırlı işler diliyorum,” diyerek yanımızdan ayrıldı.
Pazarcılar ne olduğunu anlamadan bakıyorlardı. Biz şaşkınlığımızı gidermeye çalışıyorduk. Tezgâhımıza gelen, fiyat soran çocuklu, yaşlı ve fakir insanlara Ömer amcanın dediği şekilde meyveleri dağıttık. Meyveleri alan herkes helâl edin, ölmüşlerimize rahmet dileyerek ayrıldılar.
O haftadan sonra takım elbiseli kravatlı adamı bir daha görmedik. Ayrıca kime sorduysak tanımadı. Seneler sonra karşı köyden birisiymiş ve hükümetin memuruymuş dediler.
Terazi, kravatlı adama dürüstlüğü ve iyi ahlâkı öğrettiği gibi, bize de maddi ve manevi her şeyi öğretti.
Pazar terazimiz ilkokul ikiden beri bizdeydi. Şu anda terazi kardeşim tarafından orijinal haliyle korunmaktadır.
Kardeşim, emekli öğretmen olarak sebze ve meyveleriyle meşguldür.