Yoroz burnundan güneşin batışını izliyorum. Güneş mi dönüşüyor, yoksa gözüme öyle mi görünüyor, fark edemiyorum. Güneş büyüdü, kızardı ve sanki battığına ar etti. “Kusura bakmayın batıyorum,” dercesine tepelerin arkasına gizlendi.
Güneşin kımızı ışınları, gizlenirken, deniz suyunun maviye çalan rengini değiştiremedi ama yine de kendine farklı bir yol yarattı. Mavilik, kırmızı ışığı kabullendi ve rengini biraz daha açtı. Dalgaların az da olsa yükselip alçalması renklere yeni nüanslar sağladı.
Kırmızı ışınlar suyun pırıltısını gizlide tutmaya devam etti. Yakamoz olayı henüz ortaya çıkmadı.
Kırmızı ışık, evlerin pencerelerini de kırmızıya boyadı. “Altın pencereli ev” oluştu.
Güneşin sığındığı tepelerde karanlık çökmeye başladı. Işınlar gökyüzüne döndü. Tepelere güneşin bıraktığı boşluğa sis yerleşme gayretindeydi. Bu sise denizin rutubeti de diyenler oluyordu.
Tepelere çöken rutubetle birlikte, mavi sulardaki güneşin renk yolu da kalktı. Bu arada ışınların gökyüzüne yoğunlaşmasıyla, bulutların da kızardığı görülmeye değer bir güzellik aldı.
Burundan değişimi izlemek doyumsuz bir lezzet. Güzellikler peş peşe gelmekte. Sanki renk değişimini sinema perdesinde gösterilmekte.
Güneş güler yüzü ve ışınlarıyla, renkli yol çizdi kendine. Güneş sevinç ve neşe içerisinde doğuyordu. Sanki sıcak bir güne başlamanın müjdesini veriyordu. Böyle bir duygusal anda şarkı sözleri bestelenmiş ve ne şiirler yazılmıştır. Ufuktan geliyor fakat ufuk görülmüyordu.
Berrak bir hava, karşı tepeler güneşle neşelenmekte. Sisten ve nemlilikten eser kalmamış.
Günün kararması ve aydınlanmasını bir arada gözlemek, harika bir doğa olayı. Bu olayı Yoroz burnunda izlemek, büyük bir zevk. Evlerin pencereleri altın renkli karşılar güneşin ışınlarını. Ormanlar ise bir garip karşılar ışınları. Yapraklar yeşilini daha yeşil hâle getirir.
İnsanın ruhu ışınların güzelliğiyle doluyor. İncecikten bir müzik dinlersin gibi.





















