Görme ve işitme yeteneğimi kısmen kaybettim. Sokağa değnekle çıkabiliyorum. Saçlarım döküldü ve dökülmeyeni de ağardı. Sırtım durduk yere kamburlaştı. Omuzlarım birbirine yaklaştı. Böyle olumsuzlukları beklemiyordum. Ben spor yapan bir insandım. Sabah sabah kendimi dışarı attım.
Sokağın caddeyle kesiştiği yerde, tretuvara oturdum ve değneğime yaslandım.
Omuzuma tutup yanıma oturan Hasan beyi fark ettim. Belki on yılı geçti karşılaşmamıştık. Hasret giderdik. Köyden yeni geldiğimi söyledim. Benim için önemliydi. Çünkü kırk yıldır gitmiyordum.
Köyümle ilgili hikâyeyi anlatayım da yazarsın, dedim. Çünkü köyüm tam bir hikâye örneğiydi.
Köye gittiğim ilk akşam, annemi rüyamda gördüm. Hiç değişmemişti. Kırk yıl önceki annemle sohbet inanılmazdı. Anne, bu kadar mı mutluluk kaynağıydı! Değişmemiş, ilk gün ki gibiydi.
İnekleri çimene saldı. Pembe gül ve karanfili sevdik. Karabaş da yakamızı bırakmadı. Onları suladık, biz de suyumuzu içtik.
Köyde annemden başka her şey değişmişti. Hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Annem, gençliğindeki gibiydi…
Çimende mahalleyi konuştuk. Annem “kimler geldi, kimler geçti,” dedi. İnekleri bıraktık, karabaş bize katıldı. Bahçe kenarındaki meyve ağaçlarının dibine vardık. Tepesi kırılan ve dalları yere düşenlerle karşılaştık.
Fasulyeler yeni dökmüştü. Onlardan bir yemeklik topladık. Sebzeliğe geçtik, maydanoz ve nane koparttık. Domatesleri çangallarına bağladık. Diplerindeki yaprakları kestik. Kara lahanalardan bir avuç kırdık. Çorba yaparız, dedik.
Mısır saplarını kuruması için, mereğe asmıştı. Çayırı burma yapmış mereğin arkasına yığmıştı.
Evin bir tarafı eğrilmişti. Çatının bir rüzgârlık hali kalmıştı. Kardeşimin yaptıracağını, söyledi.
Güneş ışınları gözüme alınca uyandım. Annemle olan beraberliğimin, rüya olduğunu anladım. Üzüntü gözlerime iyi gelmiyor ama göz yaşlarıma hâkim olamadım. Rüyamın gerçek olmasını istedim.
Ağladım anneme ağladım, değişen her şeye, köyüme ağladım.
Değişmeyen hiçbir şey yoktu. Tanımadım, tanımadım ve köyün yolunu sorarak buldum.
Patikalar asfalt olmuş, kenarlarda ağaç kalmamış. Tarlalar işlenmiyor, mısır ve sebze görünmüyordu. Derenin sesini duyamadım. Vadi binalarla dolmuş, ağaçlar yok olmuştu.
Mahallede inek ve zil sesi duyamadım. Yollarda insana rastlanmadım. Herkes arabanın peşindeydi herhalde.
Market arabaları satış için mahallelere geliyor ve istediğini alıyorsun. Ekmeği, sütü ve yumurtayı ayrıca sebze fidanlarını da araba marketten alıyorsun. İnsanın aklına durgunluk veriyor. Ne yazık ki bu bilgileri öğrenmek istemedim.
Kırk yıl sonra köyüme geldim. Gelmez olaydım. Pişman olarak Ankara’ya döndüm. Köyde kimse kalmamış. Köy bakkalına gittim, yakındığım olayları aynen anlattı. Bu durum, dedim ve “akıl tutulması,” cevabını aldım.
Annemle rüyada yaşadım ve geri döndüm.
Köyün geleneksel havasından eser kalmamıştı. Köy köy gibi değildi.
Hasan TANRIVERDİ























