BİRİNCİ BÖLÜM
Eski model bir araç Trakya’dan yola çıkmış, Rumeli türküleri eşliğinde İstanbul’a doğru yol alıyordu havaların soğuduğu 1998 yılı eylül ayının son gününde. Hava şiddetli yağışla birlikte kararmıştı. Zekeriyaköy mevkiine gelindiğinde araç, görüş mesafesinin azalmasıyla yavaşladı. Silecekleri, bir insanın kendini sıcakta yellemesi gibi hızla çalışıyordu. Şoför, önündeki sileceğin aniden fırlamasıyla araç sağa sola hafifçe yalpaladı. Telaşlandı. Uygun bir yere park etmek için belli belirsiz görebildiği sağ taraftaki beyaz şeritlere yakın bir süre gitti. Yanında oturan Selim, torpido gözünden aldığı bir bezle buharlaşan camı silerek babası Süleyman’a yardım ediyordu. Araç neyse ki yavaşlayıp dörtlüleri yakarak uygun bir yere yanaşabilmişti. Selim, araçtan inip sağ taraftaki sileceği ıslanmasına rağmen söküp sileceğin fırladığı yere zorlanarak takabilmişti. Babasıyla yer değiştiler.
Selim, yirmi beş yaşında evin tek oğluydu. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden yeni mezun olmuştu. Dedesi gibi sarışın, yeşil gözlü ve orta boylardaydı. Oturdukları Bahçeköy semti Belgrad Ormanlarına yakındı. Tatil günleri arkadaşlarıyla birlikte orada çadır kurup birkaç gün kalırlardı. Annesi Makbule, ev hanımıydı. Onun büyükbabası, Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye’de bulunan Rumlar ile Yunanistan sınırına yakın oturan Türklerin mübadelesinde bazı aileler ile birlikte Bahçeköy’e yerleşmişlerdi. Dedesi, Yemen’de savaşa gidip dönmediğinde karısı, Kırcaali’deki evlerini ucuz bir fiyata satıp birikimleriyle birlikte çocuklarıyla Bulgar zulmünden kaçarak Bahçeköy’de iki katlı dış cephesi tahta ile kaplanmış bir ev yapmıştı. Evin bahçesi genişti ve içindeki ahır kapısına yakın bir yerdeydi. Burası 1800’lü yıllarda Rum köyü olarak bilinirken daha sonraları geniş bir bölümü ormanlı bir bölge olması nedeniyle Bahçeköy adını almıştı. Osmanlı döneminde I. Mahmud Sultan, Mimar Sinan’a bir kemer yaptırdığında yıl 1791’di. Sıra sıra çınar ağaçlarının olduğu bu köye önce mübadele, daha sonra iç göçlerle gelenler yerleşerek nüfusu oldukça genişletmişlerdi.
Araç, Zekeriyaköy ile Bahçeköy arasındaki dönemeçli yolları geçerken annesi mide bulantısı nedeniyle arka koltukta uyuya kalmıştı. Ortalığı yalnızca araçların farları aydınlatıyor, işaret levhaları ise araçların tekerleklerinden sıçrayan çamurlarla belli belirsiz bir hâl alıyordu. Büyük bir gürültüyle etraf bir anda aydınlandığında, şimşeğin izleri karşı ormana yıldırım olarak düşürmüştü. Hızlanan yağmur, asfalt yolu sele dönüştürüyordu. Annesi, Makbule Hanım, peş peşe parlayan şimşeklerin gürültüsüyle aniden uyanıp “Bismillah!” sözü ile sildiği el izleri aralığından dışarı baktı. “Galiba cehennemde gidiyoruz, dışarısı fena, fena!” dediği anda ölüm dönemeci denilen yere gelmişlerdi. Bir anda büyük bir gürültü kopmuştu. Arkadan hızla gelen kamyon araçlarına çarptığında kontrolden çıkıp orta kaldırıma çarpmış, ardından birkaç takla attıktan sonra tavanı yerde bir kızak gibi sürüklenerek kırk metre sonra yolun kenarında ancak durabilmişti. Araçta ses yoktu. Motordan çıkan dumanlar karayolunu kaplamış, kamyon ise ters yatmış, kasasındaki yükleriyle birlikte yolun ortasında öylece duruyordu. Şoför, kafasını tutarak kamyondan çıkıp aracın yanına geldi. Yüzü kan revan içindeydi. Şaşkın bir halde ne yapacağını bilemedi. Etrafa dağılan araç parçaları ile cam parçacıkları asfalta dağılmışlardı. Selim, anne ve babasıyla birlikte hareketsizdi. Kamyon şoförü ağlamaklı bir halde, “Umarım yaşıyorlardır! Öldülerse ben ne yaparım? Hapse girersem, çoluk çocuğuma kim ekmek götürür?” telaşesiyle ambulansa haber vermek için yol kenarındaki beyaz levhayı aradı. Bulamadı. Yolun kenarından yürüyerek gittiğinde elli metre sonra rastlamıştı. 112’yi çevirip rakamları verdiğinde yirmi dakika sonra ambulans ve trafik ekipleri olay yerine gelmişlerdi. Yağmur hızını kesmişti. Doktor, önce Selim’e, daha sonra babası ve ardından annesinin şah damarlarını kontrol etti. Görevlilere işaret vererek, Selim’in hızla acile ulaştırılmasını istedi. “Anne ve baba maalesef…” diyerek, iki cesedin gözlerini kapattı. Cesetler siyah poşetlere alınarak ikinci bir ambulansla hastaneye taşınmışlardı. Ambulans hızla uzaklaştığında trafik polisleri kamyonun bulunduğu yerden en az yüz metre ilerisine “Trafik Kazası!” uyarı işaret levhasını yerleştirmişlerdi. Gelen teknik ekip öncülüğündeki bir vinç, kamyon ve aracı düzelterek uygun bir yere çekiyordu. Temizlik görevlileri ise yolu temizleyip oluşan araç kuyruğuna yol verebilmek için uğraşıyorlardı…
Not: Romanım A4 212 Sayfa oldu. Kitap sayfası tahminen 306 sayfa olacaktır. Sonu, ikinci cild yazılacak şekilde sonuçlanmıştır. Çıktığında keyifli okumalar dilerim.