Çiçeklerin rengarenk taç yaprağını, hayatın en güzel varlığı bilip tüm canlıların o güzelliğe koştuğunu gördük. Fakat o dayanılmaz güzelliğin de erken solduğunu fark ettiğimizde, yaşlılık girdabında çırpınmaya başladık.
Girdabın köpüğünde çırpındığımızı görenler, serinlediğimizi veya doğamız gereği güzellikler arasında olduğumuzu düşündüler. Hatta girdabın köpüklerini papatya demetine veya salkım leylaklara benzetenleri de var saydık.
Bir de yaşlılığın girdabında çırpınan kahramanlara sorsalar, belki de uyanırlardı. Sormak akıllarına gelmez. Çünkü onların her anı çiçekler gibi renkli geçmekte. Kaynak suyun kenarındaki kır çiçekleri gibi rengarenk havayı solumakta ve incecikten nağmeleri dinlemekte.
Bilmezler ki destek sistemimiz bu sıkleti çekmiyor. Dizler, eklem özelliğini kaybetti. Beden ve ruh hareketliliğini yürütemediği gibi adeta kilitlendi. Sararmış bir çehre, donuk bakan gözler ve keten gömlek gibi kırışmış bir deri örtü.
Yaşlılığın gelip çatacağını sezenler; gitti gidiyor diye feryat ettiler ama algımız kapalı ki, hissetmedik. Hissetmedik geleceğin oyununu, her şutun kalemizde gol olduğunu. Bilemedik gençliğin acımadan sıyrılıp gideceğini, son bir defa da olsa el sallamayacağını ve solmuşta olsa bir demet çiçek sunacağını. Ayrıldı, belki de el sallayıp çiçek bıraktı fakat gönlümüzde birçok yaşanmışlıklar bırakarak, doruklara ve dorukların gençlik kaynağına ulaştı.
Gençlik gülerek mi yoksa üzülerek mi gözlüyor, yaşlılık girdabındaki hâlimizi…
İnsanın sırrı, girdapta çırpınan beden ve ruhunda değil gençliğinin güzelliğindedir. Bu güzelliktir ki beden ve ruhun birlikteliğinde, iyilik üzerine yaşaması gerçekleşir. Yalnız bu özelliği genç yaşarken bilse. Bilse gençliğin değerini. Dört bir yanı hazinelerle sarılı olduğunu.
Gençlik, denizin ve göklerin maviliği peşinde, geçtiği yerlerde çiçekler açmakta. Çöller vahaya dönmektedir.
Yaşlılık girdabında çırpınan, köpüklenmeyi papatya demeti zanneden yaşlılığından bihaber, bahçe duvarına yaslandı, dizleri çekmiyor. Beli bedenini kaldıramıyor ve ruhu çökmüş haz alamıyordu. Bu yaşlı, gençlerin geldiğini görüyor ve duvardan ayrılırken yüzü gülüyor. Yola doğru yürüyenlerde, gençliğini hayal ediyor. Elindeki papatyaları sallayacak ve gençlere laf atacakken, onlar gülüp oynaya top sahasına doğru dönüyorlar.
Acaba baharı erken mi yaşamıştı, yaşlılar. Yoksa yapraklar mı erken sararmıştı. Baharın ilk günlerini hayal ediyoruz da gençliğin güzel günleriydi. İlk günlerin gülleri sevgi için açmıştı. Sevdalıydı gençlik güle, gülün bülbüle sevdası gibi.
Çok isterdik; birkaç lafımızı dinlemelerini. Değerlerini korumalarını, gençliklerine güvenmemelerini ve düzenli hareket etmelerini. Çünkü gençliğin yağmuru bile yüz güldüren, gül ile bülbülü andırıyordu.
Gençlik kaynak suyu gibi incecikten bir nağmeyle akardı. Akan dereye zamanla karışan sular, girdap oluşumuna kadar çiçekler soldu, gönül bağı koptu ve bedenen çökmeye başladı. Girdapta onarılmaz yıkımlar altında kaldık. Yeniliklerin peşinde değil, yeni problemlerin peşinde olduk.
Gençliğimizin önemini bilmeden kendimizle değil başkalarıyla ilgilendik. Bu tür ilgiyi maalesef meziyet sandık. Yitip tükenirken girdabın bir elemanı durumuna düştük. Köpükleri papatya demeti zannedip gururlandık.
Kimsenin bizi anlamadığına da sevindik. İçimizde dertler yığılı, acı üzerine acı ve el attığın yer ise yosun. Hayal gücümüzü, gelişi güzel düşlerle gölgeledik.
Gençlik şiirini girdapta elimizde papatyalarla düz yazı gibi okurken, heyecanlandık. Hayat sırrımızı biliyor yine de girdabın beyaz güzelleriyle beraber oluyoruz.
Hasan TANRIVERDİ