Evleneceksin veya bir iş kuracaksın, hemen ne derler? ‘Borç yiğid
Evleneceksin veya bir iş kuracaksın, hemen ne derler? ‘Borç yiğidin kamçısıdır!’ Ver gazı! Ahmet, Mehmet, Aysel, Ayşe, şirket veya devlet, gırtlağa kadar borçlandı. Ayranımız yokken, tatlı tatlı yedik! Kimisi ev aldı. Kimisi araba. Kimisi de traktörüne mazot! Çarşı çarşı gezip kartları cırtlattık! Az maaşla geçinemeyince, çocuklar, ‘ eğitim’, eşler ise ‘üstümde başımda yok!’ dedi.
Şirketler ne yaptı?
Üretim girdilerinin yükselmesi sonucu dünya ile rekabet edemez hale geldiler. Ortadoğu’daki kargaşa ve birçok ülke ile olan gerginlik, pazarlarını daralttı! Üstüne üstlük birde son zamanlarda döviz fırlayınca borç kamçısını yedikçe yediler. Sonuçta, hepten öldüler!
Gelelim Devletimize…
‘Yöneticilerimiz ne yaptı?’ demiyorum. Yöneticimiz ne yaptı? Malum artık devletimiz, yeni yönetim sistemiyle parti devleti oldu. Tek kişinin ağzından ne çıkıyorsa, o uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Hukuku, basını, valisi, kaymakamı, iş adamları, akademisyenler, bürokratlar hep tek liderin ağzına baktılar.
En kötü tarafımızda, bu kararların doğru olup olmadığını araştırmadan kaçındık. İşin doğrusu, eleştirirsek, başımıza bir şey gelir mi? İşletmemize vergi memurları yığılır mı? Fikirlerimi söyleyip, eleştirsem, yerimden yurdumdan olur muyum? Tayinim çıkar mı? Hatta beni, Fetö gibi terör örgütleriyle ilişkilendirirler mi? diye, düşünmeden de edemediler!
Demokrasi ağzımızdaydı, ancak uygulamada maalesef öyle değildi. İktidar, bu alanı daraltmak için kanunları hep kendi tarafına yonttu. Örneğin, hiç kimse ‘seçimler adaletli gerçekleşti’, diyemezdi. Zira medyanın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun durumu ortadaydı. Ayrıca, iktidarın devlet kurumlarını perçinleyip, kendi lehine kullanması da ayrı bir konuydu…
İstatistikler önemliydi. Hatta bununla ilgili koskoca bir kurum ve bu kurumların başına geçen yetkililer de üniversitelerimizin bu konuyla ilgili bölümlerinden görevlendirilmeleri gerekirdi. (Gerçekten öyle mi araştırmak lazım!) Gerçek rakamları gizlemeye çalışsak da, dünya bizi daha yakından takip ediyordu. Asıl enflasyonun, işsizlik rakamlarının ne olduğunu daha iyi biliyorlardı! Basında, adalette, eğitimdeki verilerde sonlara doğru yol alırken, kendimizi hiç sorgulamadık. Yandaş medya, iktidara bunları soracağına, gerçekleri duyurmaktan kaçındılar. Kaçındığı gibi, uğraştığı tek alan vardı, o da, özellikle muhalefetin konuşmalarından cımbızladığı sözleri büyütüp üzerine yalan katarak izleyenlerini uyuttu. Attıkları aynı manşetlerle iktidara şirin göründüler! Sonuçta gerçeklerden bi haber kitlenin oluşmasına katkı verdiler! Böyle olmalıydı, zira gerçekleri öğrenmeleri demek, iktidarın oldukça oy kaybetmesi demekti!
Örneğin, seçimlerde iktidarın propagandasına hemen hemen bütün saatlerini ayıran TRT’ye, hiç bir iktidar yetkilisi, ‘siz neler yapıyorsunuz, bu ülkede demokrasi var. Basın hürdür. Dikkatli yayın yapın!’ Hatta ‘yukarıda Allah var. Adaletli olmanız lazım!’ uyarısını yapmadı! Yapması da beklenmezdi! Yıllardır da beklenmedi!
İktidar aleyhine kim konuşup eleştirse veya ona oy vermese, hemen her şeyde muhalif olanlar, ya vatan haini ya da teröristlikle suçlandı. Referandum ve sonrasındaki seçimlerde bunu yaşadık. Dünya bunu gördü. Ve bu durum, iktidara her eleştiride artık adet oldu!
Bir diğer önemli konu da, ‘aldığımız borçları ne yaptık?’ Sorusuydu. Aldığımız dış borçların büyük bir bölümünü yollara, köprülere, şehir hastaneleri, havaalanı, stad gibi büyük yatırımlara ayırdık. Şimdi ‘biz yap-işlet-devret modeliyle yaptık bunları. Devletin kaybı olmadı ki…’ diyebilirsiniz. Ancak, yapılan ve yıllarca ödenecek ihale anlaşmalarının hiç de öyle olmadığını öğrendik. Köprülerden, yollardan, araç garanti geçişi, şehir hastaneleri için hasta garantisi verdik. Statları yaparken, tribün dolma garantisi verildi mi onu bilmiyorum, ancak bu garanti durumunun dolar cinsinden ödenmesi hususu bütçemizin oldukça canını yaktığı da ortada! Hem de son zamanlarda artan kurlarla…
Paramızı betona yatırdık! Her sokak dönüşleri inşaat! Ormanlarımızı delik deşik ettik taş çıkartacağız, diye. Zeytinlik gibi önemli değerlerimizi bir gecede tırpanladık! İmara açılacak diye, yaylalarımızı mahvettik! İstanbul’da yeşil alan bırakmadık! Milyarlar yatırdığımız yollarımız selle ortadan ikiye ayrıldı. Dere yataklarımız HES’lerle yatakları kurutuldu. Plansız yerleşimlere yaptığımız termik santrallarla vatandaşlarımızın sağlığı ile oynadık. Onların tarım alanlarını yok ettik. Tarım dedim de, köylü maliyet girdilerine dayanamadı. Üretmek için hep bankaların kapısını çaldı. ‘Ha bugün ha yarın düzelirim.’ dedi, olmadı. Bakınız bankaların gayrimenkul ve arsa ipotekleri tavan yaptı. Bu bankaların çoğu kimin? Yabancıların… Topraklarımız tek tek onlara geçiyor. Adamlara satmadık bir şeyimizi bırakmadık. En değerli yaylamız olan Ayder’i bile kentsel dönüşüme çevirdik. Oraların Araplarca istilaya uğradığı da belirtilmekte… Karadeniz yakında boydan boya Tıpkı İstanbul Fatih’de olduğu gibi Araplaşırsa şaşmayalım! Sahi yabancıların mülk edinme oranları neydi? Bunları bile tartışmaktan çekinir oldu bu toplum! Filistin örneği gözümüzün önünde… Yıllar önce topraklarını İsrail’e satan Filistinlilerin durumunu görüyoruz.
Evet İstanbul ve Ayder Yaylası gibi bir çok yer için, “ihanet ettik.” denildi. “Kandırıldık” sözcüğü ise olağan oldu!
Yazımın başında “Borç yiğidin kamçısıdır” demiştim. Borç gerçekten kötü bir şeydi! Parasını aldığınız kişi veya kurumlara gebe olursunuz. Bazen borcunuzu ödeyemediğinizde, onların kapısının önünden geçemezsiniz. Başka yerlerden borç alıp, borcu borçla kapatmaya çalışırsınız. Aldığınız borcu eğer üretim yaparak sizi kâra geçirecek şeylere yatırmayıp ölü yatırım yaparsanız, işte o zaman yandınız demektir! Bu borcu bulmak için başka kapılara gitmek zorunda kalırsınız. Borcunuzu ödemek için, belki de elinizdeki değerleri satmak zorunda kalırsınız. Ödeyemeyip konkorta çektiğinizde ise, işte o zaman ‘kara listeye’ alındınız demektir. O kara listeyi görenler ve sizi takip edenler, bir daha size para vermediği gibi, parasını geri alabilmek için her şeyi yapacaklardır. Bu durumu devletler bazında düşündüğünüzde, sonuç hepimiz açısından hiç de iyi olmayan bir oluşum ortaya çıkacaktır!
Her ülke kendi menfaatini, ticaretini ve halkının refahını düşünür. Ülkeler arasında hiçbir zaman dostluk yoktur. Menfaat ilişkileri vardır. Ekonomisi güçlü olan ülkeyi de kimse yıkamaz!
Yazacaklarım aslında çok. Bu konuda bir kitap bile yazabilirim ancak, yapmamız gereken bir tek şey var. O da, öyle böyle değil! Gerçek demokrasiyi yerleştirmemizdir. Yani kişilerin özgürlük alanını genişleteceksiniz. Kimseyi fikirlerinden dolayı yargılamayacak ve küçük düşürmeyeceksiniz. Onların protesto hakkına biber gazı sıkıp, ‘vatan haini’ damgası vurmayacaksınız. İki kişi bir araya gelip haklarını aradığında, tutuklayıp onları terörist damgası ile yaftalamayacaksınız! Haber alma haklarını engellemeyeceksiniz. Dünya ile barışık bir halde menfaatlerimizi de koruyarak “Eğitim, Adalet, Özgürlük ve Bilime önem vererek emin adımlarla ilerleyerek borcun altından kalkmamamız ve artı veren bir ekonomimiz için hiçbir neden yok. Çünkü farklı fikirlerden ve tartışmalardan güzellikler doğar.
Kısacası, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönerek Atatürk’ün çizdiği yolda yürümek bizi hedefe ulaştıracaktır.
Aksi bir durumu düşünemiyorum!
Ertuğrul Erdoğan
ikieylülikibinonsekiz.
in kamçısıdır!’ Ver gazı! Ahmet, Mehmet, Aysel, Ayşe, şirket veya devlet, gırtlağa kadar borçlandı. Ayranımız yokken, tatlı tatlı yedik! Kimisi ev aldı. Kimisi araba. Kimisi de traktörüne mazot! Çarşı çarşı gezip kartları cırtlattık! Az maaşla geçinemeyince, çocuklar, ‘ eğitim’, eşler ise ‘üstümde başımda yok!’ dedi.
Şirketler ne yaptı?
Üretim girdilerinin yükselmesi sonucu dünya ile rekabet edemez hale geldiler. Ortadoğu’daki kargaşa ve birçok ülke ile olan gerginlik, pazarlarını daralttı! Üstüne üstlük birde son zamanlarda döviz fırlayınca borç kamçısını yedikçe yediler. Sonuçta, hepten öldüler!
Gelelim Devletimize…
‘Yöneticilerimiz ne yaptı?’ demiyorum. Yöneticimiz ne yaptı? Malum artık devletimiz, yeni yönetim sistemiyle parti devleti oldu. Tek kişinin ağzından ne çıkıyorsa, o uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Hukuku, basını, valisi, kaymakamı, iş adamları, akademisyenler, bürokratlar hep tek liderin ağzına baktılar.
En kötü tarafımızda, bu kararların doğru olup olmadığını araştırmadan kaçındık. İşin doğrusu, eleştirirsek, başımıza bir şey gelir mi? İşletmemize vergi memurları yığılır mı? Fikirlerimi söyleyip, eleştirsem, yerimden yurdumdan olur muyum? Tayinim çıkar mı? Hatta beni, Fetö gibi terör örgütleriyle ilişkilendirirler mi? diye, düşünmeden de edemediler!
Demokrasi ağzımızdaydı, ancak uygulamada maalesef öyle değildi. İktidar, bu alanı daraltmak için kanunları hep kendi tarafına yonttu. Örneğin, hiç kimse ‘seçimler adaletli gerçekleşti’, diyemezdi. Zira medyanın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun durumu ortadaydı. Ayrıca, iktidarın devlet kurumlarını perçinleyip, kendi lehine kullanması da ayrı bir konuydu…
İstatistikler önemliydi. Hatta bununla ilgili koskoca bir kurum ve bu kurumların başına geçen yetkililer de üniversitelerimizin bu konuyla ilgili bölümlerinden görevlendirilmeleri gerekirdi. (Gerçekten öyle mi araştırmak lazım!) Gerçek rakamları gizlemeye çalışsak da, dünya bizi daha yakından takip ediyordu. Asıl enflasyonun, işsizlik rakamlarının ne olduğunu daha iyi biliyorlardı! Basında, adalette, eğitimdeki verilerde sonlara doğru yol alırken, kendimizi hiç sorgulamadık. Yandaş medya, iktidara bunları soracağına, gerçekleri duyurmaktan kaçındılar. Kaçındığı gibi, uğraştığı tek alan vardı, o da, özellikle muhalefetin konuşmalarından cımbızladığı sözleri büyütüp üzerine yalan katarak izleyenlerini uyuttu. Attıkları aynı manşetlerle iktidara şirin göründüler! Sonuçta gerçeklerden bi haber kitlenin oluşmasına katkı verdiler! Böyle olmalıydı, zira gerçekleri öğrenmeleri demek, iktidarın oldukça oy kaybetmesi demekti!
Örneğin, seçimlerde iktidarın propagandasına hemen hemen bütün saatlerini ayıran TRT’ye, hiç bir iktidar yetkilisi, ‘siz neler yapıyorsunuz, bu ülkede demokrasi var. Basın hürdür. Dikkatli yayın yapın!’ Hatta ‘yukarıda Allah var. Adaletli olmanız lazım!’ uyarısını yapmadı! Yapması da beklenmezdi! Yıllardır da beklenmedi!
İktidar aleyhine kim konuşup eleştirse veya ona oy vermese, hemen her şeyde muhalif olanlar, ya vatan haini ya da teröristlikle suçlandı. Referandum ve sonrasındaki seçimlerde bunu yaşadık. Dünya bunu gördü. Ve bu durum, iktidara her eleştiride artık adet oldu!
Bir diğer önemli konu da, ‘aldığımız borçları ne yaptık?’ Sorusuydu. Aldığımız dış borçların büyük bir bölümünü yollara, köprülere, şehir hastaneleri, havaalanı, stad gibi büyük yatırımlara ayırdık. Şimdi ‘biz yap-işlet-devret modeliyle yaptık bunları. Devletin kaybı olmadı ki…’ diyebilirsiniz. Ancak, yapılan ve yıllarca ödenecek ihale anlaşmalarının hiç de öyle olmadığını öğrendik. Köprülerden, yollardan, araç garanti geçişi, şehir hastaneleri için hasta garantisi verdik. Statları yaparken, tribün dolma garantisi verildi mi onu bilmiyorum, ancak bu garanti durumunun dolar cinsinden ödenmesi hususu bütçemizin oldukça canını yaktığı da ortada! Hem de son zamanlarda artan kurlarla…
Paramızı betona yatırdık! Her sokak dönüşleri inşaat! Ormanlarımızı delik deşik ettik taş çıkartacağız, diye. Zeytinlik gibi önemli değerlerimizi bir gecede tırpanladık! İmara açılacak diye, yaylalarımızı mahvettik! İstanbul’da yeşil alan bırakmadık! Milyarlar yatırdığımız yollarımız selle ortadan ikiye ayrıldı. Dere yataklarımız HES’lerle yatakları kurutuldu. Plansız yerleşimlere yaptığımız termik santrallarla vatandaşlarımızın sağlığı ile oynadık. Onların tarım alanlarını yok ettik. Tarım dedim de, köylü maliyet girdilerine dayanamadı. Üretmek için hep bankaların kapısını çaldı. ‘Ha bugün ha yarın düzelirim.’ dedi, olmadı. Bakınız bankaların gayrimenkul ve arsa ipotekleri tavan yaptı. Bu bankaların çoğu kimin? Yabancıların… Topraklarımız tek tek onlara geçiyor. Adamlara satmadık bir şeyimizi bırakmadık. En değerli yaylamız olan Ayder’i bile kentsel dönüşüme çevirdik. Oraların Araplarca istilaya uğradığı da belirtilmekte… Karadeniz yakında boydan boya Tıpkı İstanbul Fatih’de olduğu gibi Araplaşırsa şaşmayalım! Sahi yabancıların mülk edinme oranları neydi? Bunları bile tartışmaktan çekinir oldu bu toplum! Filistin örneği gözümüzün önünde… Yıllar önce topraklarını İsrail’e satan Filistinlilerin durumunu görüyoruz.
Evet İstanbul ve Ayder Yaylası gibi bir çok yer için, “ihanet ettik.” denildi. “Kandırıldık” sözcüğü ise olağan oldu!
Yazımın başında “Borç yiğidin kamçısıdır” demiştim. Borç gerçekten kötü bir şeydi! Parasını aldığınız kişi veya kurumlara gebe olursunuz. Bazen borcunuzu ödeyemediğinizde, onların kapısının önünden geçemezsiniz. Başka yerlerden borç alıp, borcu borçla kapatmaya çalışırsınız. Aldığınız borcu eğer üretim yaparak sizi kâra geçirecek şeylere yatırmayıp ölü yatırım yaparsanız, işte o zaman yandınız demektir! Bu borcu bulmak için başka kapılara gitmek zorunda kalırsınız. Borcunuzu ödemek için, belki de elinizdeki değerleri satmak zorunda kalırsınız. Ödeyemeyip konkorta çektiğinizde ise, işte o zaman ‘kara listeye’ alındınız demektir. O kara listeyi görenler ve sizi takip edenler, bir daha size para vermediği gibi, parasını geri alabilmek için her şeyi yapacaklardır. Bu durumu devletler bazında düşündüğünüzde, sonuç hepimiz açısından hiç de iyi olmayan bir oluşum ortaya çıkacaktır!
Her ülke kendi menfaatini, ticaretini ve halkının refahını düşünür. Ülkeler arasında hiçbir zaman dostluk yoktur. Menfaat ilişkileri vardır. Ekonomisi güçlü olan ülkeyi de kimse yıkamaz!
Yazacaklarım aslında çok. Bu konuda bir kitap bile yazabilirim ancak, yapmamız gereken bir tek şey var. O da, öyle böyle değil! Gerçek demokrasiyi yerleştirmemizdir. Yani kişilerin özgürlük alanını genişleteceksiniz. Kimseyi fikirlerinden dolayı yargılamayacak ve küçük düşürmeyeceksiniz. Onların protesto hakkına biber gazı sıkıp, ‘vatan haini’ damgası vurmayacaksınız. İki kişi bir araya gelip haklarını aradığında, tutuklayıp onları terörist damgası ile yaftalamayacaksınız! Haber alma haklarını engellemeyeceksiniz. Dünya ile barışık bir halde menfaatlerimizi de koruyarak “Eğitim, Adalet, Özgürlük ve Bilime önem vererek emin adımlarla ilerleyerek borcun altından kalkmamamız ve artı veren bir ekonomimiz için hiçbir neden yok. Çünkü farklı fikirlerden ve tartışmalardan güzellikler doğar.
Kısacası, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönerek Atatürk’ün çizdiği yolda yürümek bizi hedefe ulaştıracaktır.
Aksi bir durumu düşünemiyorum!
Ertuğrul Erdoğan
ikieylülikibinonsekiz.