Selim, köyün renkli simalarındandı. Adı gibi selim ve sakindi. Hep düşünceliydi. Sanki uzay problemlerini çözermişçesine başı eğik yürüyordu.
Selim, orta boylu, zayıftı. Kahverengi gözlü ve kumraldı. Gözleri her zaman uykusuzmuş gibi yarı açıktı. Yorgunluk doğal hâliydi.
Öyle huyları vardı ki, köylü ondan çekiniyordu. Çekinme olayı korkmaktan ileri gelmiyordu. Selim, kendine bir söz düşse, doğruyu söylerdi. Birine yaranmak için asla konuşmazdı. Bildiğini de söylemekten çekinmezdi.
Babası öldükten sonra, kardeşi onu eve koymamıştı. Selim de kara taş mereği düzenlemiş ve orada kalmaya başlamıştı. Kara taş mereğinin kapısını kilitlemezdi. İsteyen herkes onun yanına doğrudan gelebilirdi.
Bahçe işlerinde ailelere yardım ederdi. Kesinlikle para almazdı. Yalnız ona yiyecek verirlerdi. Yiyeceği kabul ederdi. Hiçbir şekilde hayvan beslemezdi. Çünkü mereğine bir hafta sonra da geldiği oluyordu. Bu süre içerisinde nerde kaldığını kimse bilemezdi.
Köylü adına “Deli imam” diyordu. Büyükleri sayar, küçükleri severdi. Küçüklere darılır, akşama geç kalmamalarını tembihlerdi. Askeri çok severdi. Köyden biri askerden gelse, ona selam durur, komutanım derdi.
Selim her sabah, denize iner, mendirekte balık tutardı. Balıkları, alamayacak ve tutma şansları olmayan yaşlı ailelere dağıtırdı. Denizin dalgalı olması onu hiç ilgilendirmez, kesin denize çıkardı. Balıkçılar saatlerce uğraşır, bir tane tutamazken, Selim her zaman ki, miktardaki balığı yakalardı.
Kara taş mereğinde sabahları sesli Kur’an okur, dua ederdi. O sırada gelen olursa dikkat etmezdi. Sorunlarına çare arayanlar, “Selimle konuşursak rahat edeceğiz.” Derlerdi. Selimin olmaz dediği iş kesinlikle olamazdı. Muhtar yardımcısı, kızının nişanlanacağı çocuk ile ilgili sorusu üzerine; elindeki değneği kara ateşe vurur ve sinirli bir davranışla, “Yapma” der. Yardımcı Selime rağmen kızını aynı çocuk ile nişanlar.
Muhtar yardımcısı ve ailesi memnun bir hayat sürüyorlarmış. Aradan altı ay geçtikten sonra, nişanlı çocuk dereye düşüp kaybolmuş. Tüm aramalara rağmen bulunamamış. Selim, “Deniz yuttuğunu geri vermez.” Demiş.
Selim, köylünün aradığı insan olmuş ama onu bulana aşk olsun. Nereden batıp nereden çıktığı belli değilmiş. Kolaylıkla insanlarla konuşmamaya, sorulara cevap vermemeye başlamış. Herkesin işine koşan, hareketli Selim gitmiş, yerine halim selim hareketsiz, konuşmayan Selim gelmiş.
Yalnız her gün balık olayını bırakmamış. Nineleri sevindiriyormuş. Bir gün, ninelerden daha küçüğünün birinin aleyhine konuştuğunu kapısının önünde duymuş. Bir hafta o nineye balık bırakmamış. Nedenini soranlara; başını kara ateşte bakmaktan kaldırmadan, yaşın ileri de olsa, başkasının aleyhine konuşmak, Müslümana yakışmaz. Özellikle de gıybete girerse, çok günah. İhtimal ki, nine aleyhte konuştuğu için, ona balık bırakmamıştır.
Muhtar, okul bahçesinin kenarına misafir evi yapmak istemiş. Selim balığa giderken, önüne çıkmış ve rastgele, şansın açık olsun, deyip gönlünü almış. Peşinden, okulun bahçesine misafir evi planını söylemiş. Onun için bende her sabah denizden kum alacağım demiş. Selim başını sallamış ve “Böyle bir işe sakın girişme” demiş.
Kara taş mereğinden sabah erkenden balığa gitmiş. Güneş doğduktan sonra, çatıdan alevler çıkmaya başlamış. Yangını duyan köylü koşmuş. Fakat yangın ilerlediği için, yapılacak çok bir şey yokmuş. Yangına yine de müdahale etmiş ve söndürmüşler.
Selimin olmaması önemli değilmiş. Köylü, mereği onarmayı düşünmüş. Muhtar, “Selim piyasaya çıksın, öyle onarmaya başlarız.” Demiş.
Selim bir hafta geçtiği hâlde görünürde yokmuş. Aramadık, sormadık yer kalmamış ve balıkta gören de olmamış. Selimden ümit kesilmiş ve kaybolmasını denize, denizin onu yuttuğuna bağlamışlar.
Yangın ve Selim birbirine uyum sağlamayan iki kelime olarak kalmış. Fakat denizin yutması ise normal karşılanmış.





















