Son kertede şunu söylemek gerekir: Türkiye’nin ana sorunu etnik değil, ekonomiktir. İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve kötü yönetişim, etnik kimlikten bağımsız olarak toplumun tamamını kuşatmaktadır. Bu sorunlara etnik çözümler üretmek, yangına benzin dökmektir.
Gerçek çözüm; vatandaşlık temelinde, paydaşlık üzerinden, sürdürülebilir kalkınma hedefiyle mümkündür. Devlet, PKK ve onun siyasal uzantılarıyla değil; doğrudan bireylerle, bölgenin insanıyla konuşmalıdır. Silahın ve ideolojinin değil, refahın ve güvenin dili konuşulmalıdır.
GERÇEKLER BALÇIKLA SIVANAMAZ
DEM Parti raporu, bir barış belgesi değil; Türkiye’yi yeniden tanımlama teşebbüsüdür. Bu teşebbüs, ne sosyolojik gerçeklikle ne ekonomik mantıkla ne de tarihsel deneyimle örtüşmektedir. Yanlış aktörler, yanlış zamanlama ve yanlış öncelikler üzerine kuruludur.
Türkiye’nin ihtiyacı, yeni bir etnik sözleşme değil; iyi yönetişim, güçlü ekonomi ve kapsayıcı vatandaşlıktır. Aksi halde bu tür metinler, barış getirmek bir yana, toplumu daha derin fay hatlarına sürüklemekten başka bir işe yaramaz.
GEREKÇELER DEĞİL GERÇEKLER
TÜRK Hükümetinin ve devletinin örtüşmeyen taleplerinide düşünerek konuşmalıyız. Bu bir “barış süreci” değil, tasfiye ve yeniden konumlandırma süreci. Gerçeği tablolarsak; PKK askerî olarak yenilmiş durumda. Toplumsal mobilizasyon gücü bitmişe yakın. Kürt toplumunda hegemonya kuramıyor. DEM, temsil iddiasını sosyolojik olarak kaybetmiş
Böyle aktörlerle yapılan şey barış olmaz. Bu, yenilmiş bir silahlı yapının kontrollü tasfiyesidir.
Devlet açısından mesele şu: “Bu yapıyı nasıl kan dökmeden, dış müdahaleye alan açmadan kapatırım?”
Hükümet ise, enflasyon ile erozyona uğramış gücünü yeniden tahkim etme derdinde. ‘’C.B. Erdoğan ile 2033 e kadar iktidarımı sürdürebilirmiyim?’’
DEM ve Öcalan açısından ise mesele şu: “Sahada kaybettiklerimizi masada nasıl siyasal statüye çeviririz?”
Yani taraflar aynı şeyi konuşmuyor.
Bu yüzden süreç yapısal olarak kendi gerçeğini arayanların bilinmezlerini yaşamaktadır.
Öcalan’ın merkezde tutulması bana göre stratejik ama geçici bir manevra. Öcalan’ın merkeze alınmasını ahlaki ya da ideolojik değil, tamamen teknik bir güvenlik hamlesi olarak düşünülmeli.
Sebebi şu: PKK tabanı dağınık, Kandil kontrolsüz, Suriye kolu ABD’ye bağımlı
İran kolu ayrı telden çalıyor.Bu dağınık yapıyı tek merkezden“ söndürmenin” tek yolu Öcalan’dır.
Ama kritik nokta şu: Öcalan bir çözüm aktörü değil, bir kontrol vanasıdır.
Türk Devlet Aklı anlamında; Öcalan’a devlet verilmez. Statü verilmez.
Siyasal meşruiyet verilmez
Verilen şey: “Konuş, ama çerçeve benim”. “Söndür, ama yönlendirme”.“Dağıt, ama miras bırakma”
Bu da zaten DEM raporundaki taleplerin neden gerçekleşemeyeceğini gösteriyor.
Kürt meselesi diye sunulan şey, artık Kürt toplumu meselesi değil
Türkiye Kürtleri etnik bilinçten çok sınıfsal bilinçle hareket ediyor.
Büyükşehirlerde Kürtlük, kimlikten ziyade köken bilgisi olarak anlamlandı.
Dil kaybı geri döndürülemez bir noktadadır. Karma evlilik oranı kritik eşiği geçmiş durumda.
Bu saatten sonra: Kürtçe resmi dil olmaz . Federal yapı yürümez.
Ayrı siyasal kader fikri toplumsal karşılık bulmaz.
Bu yüzden karşımızda olan; Kürt meselesi değil, PKK’nın tarihsel çıkmazı çözülmeye çalışılıyor.
Federalizm ve özerklik benim perspektifimde romantik değil, tehlikeli fantezi.
Federalizm tartışmalarını duygusal değil, muhasebe defteriyle okuduğumuzda acı gerçekler suratımıza buz gibi çarpıyor.
Gerçekler: Vergi havuzu Marmara–Ege. Doğu ve Güneydoğu yüksek doğurganlık, ekonomik yetersizlik, sanayide geri kalmışlık ile üreten değil tüketen, yardım alan bölgelerdir. Sermaye birikimi yok. Beşerî sermaye göç etmiş.
Federal yapı/özerklik ne getirir? Mali kriz, Hizmet çöküşü,İç göç, Güvenlik boşluğu. Kan davalarının artacağı ve darma dağınık olacak bir bölgeye kötünün de kötüsü bir yönetişimi sunmak çok büyük talihsizlik olacaktır.
Türkiye’de federalizm, ilk ciddi ekonomik krizde fiilen dağılır
O yüzden bu talepler, iyi niyetli bile olsa insanlara yıkım vaat eder.
ABD ve Suriye meselesinde ABD’yi hem bölge ülkeleri hem de topraklarda yaşayan halkların iyi okuması gerekmektedir.
ABD, Demokrasi ihracı yapan bir aktör olarak değil, enerji güvenliği ve bölgesel denge şirketi olarak çalışan emperyal bir yapının adıdır.
PYD, ABD varken var. ABD yokken dağılır
Bu yapıların devletleşme şansı yok. Ama kan dökme potansiyeli çok yüksek
Türkiye’nin hatası meseleleri yanlış okumak ve çıkarlarını planlama yapmamış olmasıdır. Doğru tespit, doğru sonuca ulaştırır.
Meseleyi askerî kazanımdan sonra siyasal vizyonla tamamlayamamak Türklerin tarihsel talihsizliğine dönüştü.
Çözüm kimlikte değil, refahta ve yönetişimde. Bu sadece Türkiye için değil tüm ümmetin ve bölgenin geleceği anlamında İslam coğrafyasının artık düşman postallarına teslim edilmemesi ile doğrudan alakalı işlerdir.
DEM, PKK, PYD, ve Öcalan gerçeğinden baktığımızda ; Etnik siyaset bu çağda toplum kuramaz. Silahlı hareket zaten kuramaz. Kimlik üzerinden gelecek inşa edilemez.
Geleceğimizin gerçeği; İş, Eğitim, Hukuk, Adil paylaşım, Güvenli yaşam
bunlar olursa, kimlikler sertliğini kaybeder.
O yüzden çözüm reçetesi : Devlet/ Hükümet/ – örgüt – parti değil. Devlet – birey – vatandaş. Bu şartlarda, bu aktörlerle bu üslup diliyle, bu ekonomik zeminde ve halktan gizli olarak bu iş sonuçlanamaz. Çözüm getirmez.
Türkiye’nin Kürtleriyle bir sorunu yok.
Türkiye’nin 300 yıldan fazladır kötü yönetişimi ile sorunu var.
Türkiye’de ‘’ Kürt Meselesi’’ tartışmalarını bir kimlik problemi değil devlet, toplum, ekonomik refah ve eşitlik, toplumsal zenginleşme talepleri ve jeopolitiğin getirdiği çıkmazların dış iştahalar karşısındaki genel durumu olarak görmek gerekmektedir. Etnik aidiyet, Kürtlük ve Kürtçülük başka bir canavarın sahaya sürülmesi anlamını taşır. Parçala, böl ve yönet küresel ejderhalarına yem olmamalıyız. LOzan ve erken Cumhuriyet dönemine yaklaşımlarla gelecek inşa edemeyiz. Geçmişimizi siyasal mahkumiyet dilleriyle yeterince örseledik. Geçmişimizin hiç bir yanı gayrı meşru değildir. Anadolu, 1000 yıl gibi Türk merkezli yönetimlerin hakimiyetinde, çok etnikli, çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü olsa bile hakim dil Türkçe, hakim millet Türkler oldu. Ulus Devlet fikri, geçmişin travması olarak doğdu. Ulus Devlet fikri baskının kaynağı değildir. Kendi gerçeğimiz topyekün geri kalmışlığımızın içinde saklıdır.
DEM/PKK/APO söylemleri, küresel post-modern kimlik siyasetinin yerel bir yansımasıdır. Ama Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi bir coğrafyada bu söylem, teorik değil tehlikelidir.
Çünkü burada ulus-devlet zayıfladığında ortaya çıkacak şey özgürlük değil; parçalanma, iç göç, etnik gerilim ve dış müdahaledir.
ANLAŞILMASINI BEKLEYEN BİR GELECEK TASARIMI
Devletin rasyonel karar alıcığı varsayımına güvenemeyiz. Devletin soğukkanlı olması, uzun vadeli genel çıkarlara hizmet etme amacı ve değişen olaylara hatalarını düzelterek çözüm arayıcılığı anlamında bir devlet aklı varlığı söylenemez. Kisiselleşmiş karar alma süreçleri, parçalanmış devlet aklı, zayıflamış kurumlar, iktidarın kısa vadeli refleksleri uzun vadeli beklentilerimizi eziyor. PKK ve uzantılarını kontrollü tasfiye planı iddiası garanti değildir. Bizim gibi kötü ekonomilerde, güvenlik algısının bozulması, göçlerin etkileri, kimliklerimizin ayrışmasını sertleştirebilir. Toplumun derin yarılması rasyonel ortak çıkarların etrafında kenetlenmemize engel olabilir. Devletin, refah ve eşitlik, adil ve hak temelli hukuk rejimi oluşturması anca etnik siyasetlerin karşılık bulmasını engeller.
ABD, Çin, Rusya ve Avrupa, çıkarcı ve emperyalist pazar ve hammadde arayışı olan küresel çevrelerdir. Orta Doğu-Ön Asya’yı kendi haline, sakin bırakma istekleri yok. Emperyalistler, geri çekilmeden önce kaos üretirler. Yerel aktörleri birbirine düşürür. Çıkışları pazarlık konusu ile zorlaşır. Devletimizin tüm bu gerçeklikle aşırı iyimserliği terk edip gerçekleşebilecek geleceğe iyilik peşinde olmaları gerekliliktir. Yanlış aktörler doğru fikirleri mahvedebilir. Doğru fikirler yanlış zamanda felaket doğurabilirler.
Haklı olmak mı sonuç almak mı?
İşte tüm mesele bu.
Siyasetin çok yönlülüğü, gücün denge sağlayıcılığı, liderlik edenlerin doğru zemine rast gelmesi, tutarlı fikirlerin, en sağlam analizlerin sonucu rasyonel olmayabilir. Yugoslavya entegreydi. Lübnan entegreydi. Irak şehirliydi. Sonra ne oldu? Devlet çöktü, kimlik geri geldi.
Gözlerin kapalı gidilmeyeceği tehlikeli, kendimizi kandırmayacağımız bir yolculuk bu.
Akılcı, tarihi, sosyolojik ne karar alınırsa alınsın; siyaset hata affetmez. Güç dengesi bozulursa her şey çöker.
Haklı olmak yetmez.
Zamanı, aktörü ve zemini doğru seçmezsen haklılığın mezar taşı olur.
























