Günlük yaşam kulvarlarımızda koştururken, pek çoğumuz için; iklim, çevre, gıda güvenliği gibi konuların marjinal düşünceler haline geldiği ve getirildiği bir dönemdeyiz. Farkında olmadan boş gözlerle baktığımız, bana ne dediğimiz, kulak arkası ettiklerimiz “yaşadıklarımızın çoğunlukla arkasında, arka planında yatanlar” dersem ne dersiniz?
İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kimyasal kirlilik bugünümüzü ve yarınlarımızı şekillendiriyor. Sağlığımızı ve ve geleceğimizi tehdit ediyor.
Peki “tu kaka” kelimelerden biri olarak kabul ettiğimiz “marjinallik” içine hapsedilmeye çalışılanlar gerçekten marjinal mi? Seni beni, çoluğumuzu çocuğumuzu, torunlarımızı, herkesi etkilemiyor mu?
Aslında bu konu bırakın çevreyi/iklimi/ sağlığı; ekonomik, toplumsal ve siyasi yaşamı, güvenliği ve hatta ayrımcılığı, yani kısacası insana ilişkin her alanı şekillendiriyor.
Bu hafta sonu katılımın herkese açık olduğu, 16.12.2023 tarihinde TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Antalya Şubesi, BAYETAV( Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı) ve ÇGD ( Çağdaş Gazeteciler Derneği) Akdeniz Şubesi tarafından düzenlenen, Gıda Mühendisi sayın Dr Bülent Şık tarafından ücretsiz olarak verilen “ Gıda, Beslenme ve Sağlık Haberciliği Atölyesi”’ndeydim.
İlginin çok olduğu çalışma; anlatımla, soru cevaplarla, örneklemelerle keyifli, bilgilendirici ve oldukça verimli geçti. Antalya’da çevre çalıştayında da sunumunu izlemekten memnuniyet duyduğum Dr Bülent Şık başta olmak üzere, vesile olan herkese çok teşekkürler. Keşke bu bilgiler her yerde ve herkese ulaşabilse ve farkındalık yaratılabilse. Böyle etkinlikleri mümkün olduğunca kaçırmayın derim.
Her eve, her vatandaşımıza ulaşması gereken bilgiler vardı atölye çalışmasında. Daha etkin olabilecekleri düşünüldüğünde özellikle yerel yönetimlerin bu konuda hassasiyetle çalışması ve vatandaşları bilgilendirmesi/ eğitmesi önemli bence. Kurumsal eğitimde de ilk öğretimden başlayarak gıda güvenliği, çevre ve iklim konularında çocuklarımıza eğitim verilmeli. Hepimizin bu noktalarda farkındalığının artması gerekli.
Önce birey bilinçlense, öyle eylese ve söylese. Sonra dokunsa yanındakine. Böylece hepimiz dur desek hayatımızı tehdit eden risklere ve son versek bu gidişata hep birlikte..
Çalışmanın tamamını burada aktarmak gibi bir niyetim yok. Günümüzde her şey zaten herkes için bir tık ötede.
Niyetim sadece sorup sorgulamak, birlikte düşünmek, birlikte farkına varmak mümkünse.
Evet, toplum sağlığı için en önemli konulardan biri gıda güvencesi ve gıda güvenliği. Hem pestisitlerin, hem de plastiklerin hayatımıza girmesi ile birlikte; çevre de, tükettiğimiz gıda ürünleriyle sağlığımız da, geleceğimiz de tehlikede.
Tarımda teknoloji kullanımı uzun süre önce başladı. Günümüzde digital tarım ve topraksız tarımdan bile bahsedilmekte. Tarımda emek gücü azalır, kullanılan ilaçlarla verim artarken, hayatımızda/ sağlığımızda neler azalıp artıyor acaba? Bunların çevreye, yaşadığımız dünyaya etkileri ne? Soluduğumuz havada, yediklerimizde içtiklerimizde ne var? Neden mahkum hissediyoruz kendimizi satılık damacana su şişelerine?
Topraklarına daha düne kadar baston saplasak yetişecek ülkemize ne oluyor? Sularımız neden kirleniyor böyle? Neden küçük çiftçimiz ayakta kalamıyor? Suyun gün geçtikçe daha da önem kazandığı malumken, bu coğrafyada senelerdir sağlıkla yetiştirdiğimiz ve ihraç ettiğimiz meyve sebzeyi bırakıp, neden daha çok sulama ve enerji gerektiren ürünlerin yetiştirilmesine yöneliyoruz? Neden bindiğimiz dalı kesiyoruz?
Domatesin, salatalığın, biberin neden tadı ve kokusu yok? Teknolojiden, sanayileşmeden ve “büyümeden” bahsederken, bilinçli mi gidiyoruz? Arka planda bizler ve içinde yaşadığımız çevrede olan biten ne? Kim kazanıyor ve kim kaybediyor bu sistemde? Kaybeden insansa, insanımızsa; bu büyüme denen olgu kimin için veya kime? Besin değeri olmayan, içi boş, belki de zararlı şeyleri tüketirken habire, düşünüyor muyuz? Artık neden “su içsek yarıyor” bize? Tabiri caizse “hırsızın hiç mi suçu yok” ki, hareketsizlik/az hareket bahanesi ile suçlu biziz sadece?
Sistemin yeni pazar oluşturduğu spor salonlarına, güzellik merkezlerine neden dünyaları harcıyoruz sonra? Bu kadar zengin miyiz ve sağlığımız konusunda bu kadar vurdumduymaz mıyız acaba?
İçinde bulunduğumuz döneme teknoloji yönünden bakarsak; kimisi bilgi, kimisi internet, kimisi bilgisayar, kimisi ise digital çağ diyor. İnternete erişimde her ne kadar dijital uçurum devam etse de, bir yanımızla da çoğumuz sanal alemlerde yaşıyoruz. “influencer” diye adlandırılan, ürün/ hizmet tanıtımı yapan ünlüsünden ünsüzüne pek çok kişi de burada etki yaratma ve para kazanma peşinde. İçeriklerinin, ya da bize ve çevremize etkilerinin ne olduğunu bilmediğimiz, belki de kendilerinin bile bilmedikleri ürünler e-ticaret konusu. Özellikle beslenme ve sağlık konusunda bırakın uzmanlığı, bilgili ya da bilgisiz herkes döktürüyor internet sitelerinde. Sağlık en önemli konuyken, bırakıveriyoruz bir yana (malum bu dönemde her şey para); sen ben o üç kuruşun hesabını yapmaya çalışırken, hepimizden toplananlarla milyonlar kazandırıveriyoruz bu insanlara. Tuhaf bir çelişki..
Neden ve niçinleri, bilgiyi bulmak için yararlandığımız bilimsel akademileri bile sorgulamamız gerekirken, sorgulamadan kapılıveriyoruz bu akışa.
Halk sağlığını tehdit edebilecek ürün ve hizmetlerin tesbiti noktasında devletin denetim gücü önemli. Yanıltıcı reklamların, ürün ve hizmet satışının ise bir cezası olmalı.
Sanal ortamın, paylaşımların kontrol edilebildiği, denetlenebildiği, hatta cezalandırılabildiği bu dönemde, bu sağlanamaz mı? Hele ki halkın sağlığı, iyiliği herşeyden öncelikli ve önemli ise?
Uzun süredir günü yaşa/ anı yaşa ve tüket/tüket sloganlarının her yerde uçuştuğu malum. Sonuçsa; hemen herkes yaşam koşullarının elverdiği şekilde günü kurtarma ve yaşama peşinde. Bugünü kurtarıp yaşarken, yarına ilişkin endişelerimiz ise çoğunlukla işin parasal/ maddiyat bölümünde. İyi de, sağlık, güvenlik olmadıktan sonra paranın hükmü nereye kadar?
İnançlıysan mesela; Azrail kapına geldiğinde bir ömür daha satın alabilmek için rüşvet versen kabul ediyor mu? Ya da öte dünyada cennetten bir yer satın alabiliyor musun? Hoş vaktinde gözü açıklar bunu da denememiş değiller hani..
İşin özü sayın okuyucu bırakalım sistemin körüklediğini.
Zaten biliyorsunuz ama, benimki sadece kulak arkası ettiklerimizi hatırlatma..
Her şeyi ihtiyacımız kadar, zamanında almalı ve tükettiklerimizin üretimine, ardında bıraktığı zararlara, içeriğine olabildiğince dikkat etmeliyiz. İsraftan kaçınıp, çöpümüze bile bakmalıyız sonra. Her çöpte kime nereye ve ne kadar zarar veriyoruz? Ya da adaletli gelir dağılımının olmadığı bu dünyada kimin hakkını/lokmasını yiyoruz?
Atıklarımızı ayrıştırmalıyız mesela. Ayrı çöp kutuları yoksa mahallelerimizde, yerel yönetimlerden ısrarla talep etmeliyiz.
Giymediğimiz/giyemeceğimiz eşyanın ya da yemediğimiz/yiyemeyeceğimiz gıdanın evimizde işi ne? Neden satın alıyoruz? Depo ya da çöp mü evimiz, bedenimiz?
Artık emek gücü kuşlanımı çok az. Enerjiye, teknolojiye ve kimyasal maddelere dayalı bir üretim söz konusu. Aldığımız bir tişörtün, kullandığımız bir çarşafın dahi üretim esnasında ardında bıraktığı ayak izi peşmizi bırakmıyor, eninde sonunda bizi buluyor.
Tüketim ve talep arzı belirliyorsa, iş aslında bizim/ yani bireylerin bilinçlenmesi ve harekete geçmesinde..
Sahi çöp demişken; gelişmiş ülkeler sağlığa zararlı çöplerini ve topraklarına zarar verebilecek üretimlerini sınırları dışına çıkarıyor, başka ülkelere yönlendiriyor.
Kendi toplumlarının toplum sağlığı açısından, uygunluk vermedikleri ürünlerin sınırlarından içeriye girişine bile izin vermiyorlar.
Merak.. Biz ne durumdayız peki?
Betonlaşma, maden ocakları, taş ocakları, yok olan yeşil.. Altına girecek toprak bile bulamayacağız yakında kentlerde. Nefes alamıyor insan, nefes alamıyor dünya.
Aslında sorgulamayı “ben” den çıkarıp, “biz”e dönüştürerek yapmak işin en önemli boyutu. Toplumun tamamı için denetlemek, gerektiğinde ses çıkarmak ve hesap sormaksa sorumlu vatandaşlar olarak hepimizin borcu.
Her alandan, her ideoloji ve görüşten politik söylem ve eylem uyuşmazlığını en çok göreceğiniz yer de çevre/ iklim değişikliği/ gıda güvencesi ve güvenliği konusu. Bütün dünya, (politik aktörleri, iktidarı, muhalefeti ile) sanki hâlâ; yapar”mış”, dikkat eder”miş” gibi.
Evet, birleşmemiz gereken konuların belki de en önemlilerinden biri bu. Arzı toplumsal talep, tüketim ve hatta tepkinin belirlemesi lazım .
Oysa günümüzde teknolojinin, reklamların, yönlendirmenin de getirisi ile birlikte görülen o ki; tüketimi belirleyen arz, dolayısıyla sermaye…
Arz/ sermaye almış sazı ele çalıyor ve bizler farkında olmadan ritme kapılıp oynuyorsak, o sazın mutlaka ve acilen bize geçmesi gerekli.
Son olarak atölye çalışmasına geri dönüp oradan güzel bir sloganla bitirelim:
“(U)Mutlu olmayı ihmal etme.”

Adaletle, eşitlikle, refahla, sağlıkla, güvenle, mutlulukla, özgür günlerde kalın.
Sevgi ve saygılarımla..























