Rüzgâr çıktığında garajın kapısı iki defa gümbürdedi. İki kişi arabayı sokaktan aldı, diğerleri koşuşturmaya başladı. Bu kadar telaşın nedenini anlayamadık. Bulutlar ve gök gürültüsüne kadar.
Yazı terasta geçirirdik. Gemileri izler, çaylarımızı yudumlardık. Bazen de karşı terastaki Nine’yle işaretle anlaşırdık. Nine de terasta gününü geçirirdi. Akşam olmak üzereydi. Rüzgâr esti savurdu. “Bulutların başı döndü. Nereye patlayacağı belli değildi,” bu cümleyi de kardeşim kurdu.
Nine koltuğunda diklendi, ona el salladık. Karşılık verdi, eliyle işaretler yaptı anlamadık. Nineye yağmur, aşağı inmelisin gibi işaretler yaptık ama yürüyemediğini anlatmak istedi. Nine, ancak kırk kilo kalmıştı. Pinokyo’nun canlı hâli gibiydi. Nineyi beş sene öncesinden tanıyorduk ama hiç bu kadar çökmemişti.
Nine elini havaya kaldırdığında, kolu değnek, parmakları da çalı gibiydi. Nine daha öncesinden, köyden geldiğini ve ezildiğini yokluklarla boğuştuğunu anlatmıştı. Burada kardeşinin yanında kalıyormuş ve kulakları da duymuyormuş.
Parmağını başına bastırıyor ve ağrıdığını anlatmaya çalışıyordu. Bir deri bir kemik hâlim nice olur, yazın güneş, kışın soğuk kuruttu, kalmadı gücüm demek istiyordu.
Hava soğuttu, damlalar başladı, bulutlar karardı. Bu durum iyiye işaret değildi. Ninede koltuğunda sesini aşağıya işittiremiyordu. Değneğiyle tekrar vurdu ama gelip almadılar. Nine uykusunun geldiğini işaret etti ve koltuğuna yattı ki onu göremiyoruz.
Yağmur başladığında, derdimiz nineydi. Acaba aldılar mı diye söylendik. Kardeşim atkısına sarınıp koltuğuna büzüşmüştür, dedi.
Nine köydeki olumsuzluklara kimsenin olmamasına karşılık, bırakıp gelmişti. Yoksa doğup büyüdüğü yeri bırakmazdı. Geldi çilenin daha büyüğüne düştü. Çile dolu hayatı, şehrin kör saçaklarında karmaşık iş yerlerinde devam etti.
Fırtınanın etkisiyle ağaçlar sarsıldı, dallar kırıldı, elektrik direkleri devrildi. Arabayı kaçırmamış olsalar direğin altında kalacaktı.
Nine’yi düşünüyoruz ama bir çıkar yol bulamıyoruz. Sonuçta bu kadar fırtınaya göre çıkıp almışlardır diye karar verdik.
Sabah güneşli bir hava ile uyandık. Kardeşim, Nine! Dedi. Aşağıya inmiş miydi? Fırtına sırtından mı geçmiştir. Kendisi kalkıp gidemiyor, aç susuz ve su içinde kalmıştır.
Terasa çıktık. Koltuğun kenarında ninenin ayağını gördük. Kardeşim apartmana gidiyorum dedi. Karşı apartmanın kapısına gitti. Zillere bakarken, kapı açıldı. İki genci tanıdı ve onlara el hareketleriyle bir şeyler anlattı. Gençler hemen içeri girdi.
Nineye ne yaptıysak duyuramadık. Ambulans sesiyle irkildik. Terasa çıktılar ve nineyi kucakladılar. Nine kucaktayken, elini salladı ama ya kısmet görüşebilmeye der gibiydi. Kardeşim Nine’nin su içinde olduğunu fakat hareketsiz bir şekilde yattığını söyledi.
Kardeşim, “Nine, nasip olursa görüşürüz,” demek istemiştir.





















