Tarih yazımında ne denli objektif olunabilir, bilmiyorum ama tarih yazımı, objektifliğe de dayanmak zorundadır. Böyle bir tarih yazımının olmadığı yerde, sübjektiflik hâkimdir ki, buna ikiyüzlülük denir. Yani her şeyi kendine yontmak!
Tarihte yer alan bir olgu, olay, kendi çıkarlarına uyuyorsa bu doğrudur, iyidir diyen biri, benzer durumda cereyan eden olgu veya olaylar kendine zarar vermişse, bu yanlıştır, kötüdür der. Kendini merkeze koyan bir süje tarafından yazılan böylesi bir tarih, gerçekten tarih midir?
Hayır! Buna uydurulmuş, çarpıtılmış ve yalanı bol tarihçilik denir.
Tarihi ikiyüzlülüğe çok sayıda örnek verilebilir. İşte birkaçı: Birinci Savaş sonrasında ülkemiz işgal edilmişti ve özellikle Yunanistan’ın Ege üzerindeki askeri işgali çok ağırdı. M. Kemal komutasındaki ordu, Yunan işgaline son verdi. Bu tarihi olgu karşısında objektif tarihçilik, bu eylemin işgale karşı bir kurtuluş savaşı olduğunu tespit ve teyit eder.
Şimdi biz Kurtuluş Savaşıyla haklı olarak övünüp duruyoruz.
Peki, Yunanlıların, Sırpların, Bulgarların, Arnavutların Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı vermelerine niye kızıp küfrediyoruz? Her iki olgunun tarihi de 100 yıllık.
Senin savaşın milli savaş, bağımsızlık savaşı veya kurtuluş savaşı oluyor da, Yunan’ın, Sırp’ın, Bulgar’ınki bilmem ne savaşı mı oluyor?
Senin vatanın vatan da, onların ki sığınma evi mi?
Başkalarınınki işgal oluyor da, seninki neden işgal olmuyor?
“İşgal ayrıdır, fetih ayrıdır. Onlar işgal ediyorlar, biz fethediyoruz” diyen demagogların söylemindeki tarihçi ahlakını görüyor musunuz?
Ben imparatorluklar çağından söz etmiyorum. O dönemlerde farklı milletlerden oluşan imparatorluklar, birbirlerine saldırmış, birbirlerinin topraklarını işgal etmişlerdir vs. Persler Yunanistan’a dayanmış, Romalıların doğu sınırı Fırat olmuş, Bizanslılar Gürcü dağlarına dayanmış, Selçuklular Anadolu’ya girmiş, Osmanlılar Viyana kapılarına dayanmış, Ruslar Kafkasya’yı almış vs.
Gelmişler, gitmişler, işgaller, savaşlar, alınan topraklar yurt edinilmiş, kaybedilen toprakları başkaları yurt edinmiş; böyle bir tarih.
Ben bu tarihten değil, milliyetçilik çağının 200 yıllık tarihinden söz ediyorum.
Sen imparatorluk döneminde gidip Balkanları yurt edinmiş misin, peki. Ama o topraklar yalnız sana ait değil ki. Orada birçok halk yaşıyor. Orası onların da vatanı. Nasıl ki milliyetçilikler dönemi başlayıp vatan kavramının tanımı değişince, imparatorluklar parçalanmaya başladı. Bu açıdan en problemli imparatorluk da, Osmanlı’ydı. İkincisi de Çarlık Rusya’sı.
Peki, Birinci Savaşta sen yenilmeseydin, kaybettiğim dediğin Balkanları geri alsaydın, Arabistan hâkimiyetini tahkim etseydin ve Turan’a kadar uzansaydın ki, bu durum, oraların işgali anlamına gelmez miydi?
Yenseydin, sen işgal edecektin!
Yenildin, seni işgal ettiler!
İngiltere, Fransa, Rusya emperyalist oluyor da, Osmanlı ne oluyor?
Başkalarının emperyalizmini gör, Osmanlı’nınkini görme. (Şimdi burada, bir devletin emperyalist olabilmesi için kapitalist toplum yapısına sahip olması gerektiği konusuna girmenin yeri değil. Evet, Osmanlı, kapitalist bir toplum değildi ama Birici Savaşta Alman emperyalizminin bir koçbaşı olarak emperyal yayılmacılığı da bünyesinde taşıyordu. Bağdat Demiryolu projesi, bu konumun en belirgin özelliğidir)
İngilizlerin İstanbul’a girişine işgal de ama sen Atina’ya, Üsküp’e Tiran’a girdiğinde, buna işgal deme.
İşte bu çifte standart, bize giydirilen deli gömleğidir.
Aynı deli gömleği, çevremizdeki ülkelerde de mevcuttur.
Milliyetçilik, ümmetçilik, cemaatçilik gibi yapılar, ister istemez bu çifte standardı üretmeye çok uygundurlar.
Bunlar da bir gün aşılacak ve uğrunda mücadele edilen birçok şeyin, birer ilkellik olduğu görülecek.
Ancak o zaman da biz olmayacağız!
Bilim insanı namusluluğu, olanlar karşısında objektif bakabilmeyi gerektirir.