Daha küçük bir çocukken fark ettik, kabul görmenin yolu uyumdan geçer. Ailede, okulda, çevrede icat çıkarmadan düzenin içinde çalışkan ve uslu olursan bir sorun yaşamazsın.
Bu durum gençlik çağında sekteye uğrar bana göre. Sorgulamalar artar. Lise yılları ve üniversite yılları bir yol ayrımı olur. Tüm kabulleri ya bir bir yıkarsın ya da zihnin bir harman yapıp yeni bir sen oluşturur.
Bu “sıkıntılı” dönem geçince başa dönersin yeniden. Artık bilinçli tercihimiz bizim gibi düşünenlerden yanadır. Yine istenmeyen insan olmazsın. Çünkü kendini güvende hissettiğin duygudaşların vardır yanında.
Eskinin kahvehane, cafe gibi mekanları, şimdinin sosyal ağları, düşünce ve duygunun kampı olur. Yine hep haklı olduğun, en iyisini senin ve senin gibi düşünenlerin bildiği dünya cennetleri haline gelir.
Yine de yaşamak istemeyeceğin kadar kötü bir yerde bulursun kendini. Sonra da bugünde olmanın suçunu, yaşanan olumsuzlukların sorumluluğunu bir başkasına atarsın. Ya cahil halka, (okumadan körü körüne inanan) ya yanlış lider seçen basiretsiz insanlara, ya partilere, ya”izm”lere kapılan insanlara… Mutlaka bir suçlu bulursun. Sonra da gitgide daha yüksek perdeden bağırıp sağırlar ülkesini oluşturursun.
Bence mevcut durum kökten değişti.
Bizim, bölgesel, ırksal, dinsel düşünen kafalarımız (sınırların tamamını ortadan kaldıran) bir görünmez düşmana karşı ortak savaşmaya başladı. Bu savaşta kurtarılması gereken yegâne yerin gezegenimiz olduğunu fark etti…
En güçlü, en zengin ben olmalıyım savaşı yerini, topyekûn sürdürülebilir bir yaşam mücadelesine bıraktı…
Gönülden inanıyorum ki, tarafını hala seçmeyen varsa kısa sürede gözü açılacak ve tüm insanlığın yaşayabildiği biricik evini kurtarmak için evrensel bir bakış açısı kazanacak…





















