Kişinin hikayesi çocukluktan başlar. Bir kişiyi yalnız başına bırakırsanız belki bazı inanç belirtileri bulabilirsiniz ama asla kendi başına bir Tanrı inancını bulamaz. İnsanlar guruplar halinde bir inanç sistemi geliştirip büyütürler ama yine de semavi dinlerde anlatılan -her şeye kadir, sonsuz kudret sahibi, evreni yaratan- Tanrı inancına kavuşmaları mümkün değildir. Bu sebeple Eş’ari ekolunden olan âlimler, Tanrı’nın vahiy yoluyla, peygamberlerin tebliği ile anlaşılabileceğini, isim ve sıfatları ile birlikte bir olan Allah’ı, tebliğ ile duyanlar sorumludur. Allah, kutsal kitaplar aracılığıyla bize öğretilen bir Tanrı’dır. Eğer öğretilmemiş olsaydı, kendi aklımızdan yola çıkarak bulamazdık. Bugün yaşayan ilkel kabilelere, izole toplumların hiçbirinde bizim anladığımız biçimiyle bir Allah inançları yoktur. Hatta Tevrat ve İncil’de dahi bilinen isim ve sıfatlarıyla mutlak bir Allah tasavvuru anlatılmamıştır. Bir nevi Allah, kendisini toplumların bilinç seviyeleri ve kültür düzeylerine göre, o toplumun diliyle anlatmayı tercih etmiştir. Taocuların Tanrısı sayılabilecek Tao sessiz iken, Yunan tanrıları savaş halindeler. Zerdüştilerin ve Mancilerin zıt kutuplu iki Tanrısı vardır.
Tanrı’yı akıl ile bulamayacağımız gibi, iyilik ve kötülük ilkelerini ortaya koyan evrensel bir ahlak sistemi dahi bulamayız. Bir topluma göre iyi olan, diğer bir toplumda ayıp olabilir. Esasen hiçbir ahlaki ilkenin bir kriteri olamaz. Neye göre, kime göre? İşkence, tecavüz, hırsızlık, adam öldürme ve buna benzer fiillere kötü diyoruz. Ama bu tür fiilleri bir kişi bile yapıyorsa, demek ki vicdan dediğimiz şey kişiye göre değişir. Bir insan ilk defa bir suç işlediğinde içinde bir vicdan azabı oluşabilir. Ama bunu bir iki defa yaptı mı artık onun için normal olur. Ve her adam öldürüp soygunculuk yaptığında kendisine gerekçeler üretir, sonunda yaşadığı gibi inanmaya başlar. Yağma ve talan üzere kurulu olan, yamyamlık yapan, çocuk öldüren topluluklar yok mu? Demek ki ahlakı deneyimleyerek temellendiremeyeceğin gibi, insan aklı ve vicdanına dayanan bir ahlak kuramını da savunamazsın. Tanrı varsa da, yoksa da evrensel ahlakı temellendiremezsin. Ama eğer bir Tanrı varsa ve insanlığa bir kitap göndermişse, o zaman ahlakı savunabilirsin. Tanrı gönderdiği kutsal kitabında iyiliği tanımlamış ve kötülüğü de anlatmıştır. Nelerin iyi ya da kötü olduğunu da. Tanrı bir şeye iyi diyorsa iyidir. Tanrı domuz etine kötü/haram dediği için haramdır. Domuzun bir suçu yok. Ya da Tanrı abdest alın, namaz kılın, teyemmüm alın dediği için bunlar iyidir. Yoksa teyemmümün aklen bir iyi yönü yoktur. Kâbe etrafında dönmenin bir izahı var mı? Tanrı işlerinde hikmetli olmak zorunda da değildir. Bu sebeplerle, Tanrı’nın kitabında hata bulamazsın. Çünkü senin hata dediğin şey, senin keyfine göre kötü, iyi dediğin şeyse keyfine ya da bulunduğun dünya görüşüne göre kötü ve hatalıdır.
Allah’ın bize kitabında anlattığı kadarıyla, iyilik hayırsever olmak ya da insanlığa faydalı olmak değil, Allah’a ve Peygamberine iman edip, Allah’ın rızası üzere iyilikte bulunmaktır (Bakara, 177) İmanı olmayan bir insan dünya kadar iyilikte de bulunsa Kur’an-ı Kerim’e göre o iyi değildir (Kehf, 103-106) Bir insan iyilik yaptığı zaman ya kendisi için yapar -ki övülmek ve gösteriş için olduğundan karşılığını dünyada alır zaten- ya da Allah için yapar ki bu gerçek iyiliktir. Karşılığını da Allah’tan alır. Allah, inanan kulunun malını ve canını cennet karşılığında satın almıştır (Tevbe, 111)
Allah, hükümleri ve işleri hoşumuza gitse de gitmese de, sorguya çekilemez. Örneğin “Hoşunuza gitmese de savaş üzerinize yazıldı.” (Bakara, 216) Demek ki dinde hoşumuza gitmeyen şeyler olabilir, tecrübelerimizle hatta aklımızla da çelişen şeyler olabilir. Biz aklımızı iman etmek için kullanmakla ve vahyi anlamakla emrolunduk. Yoksa akıl vahye karışamaz. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde evren yoktan var edilmiştir. Buhari’de geçen bir hadiste “Allah vardı, onunla birlikte hiçbir şey yoktu.” denir. Ama akıl sana diyor ki: yoktan hiçbir şey var olmaz, vardan hiçbir şey yok olmaz. Evren ezelidir akılcılara göre. Neden? Çünkü tecrübe onu gösteriyor. Fakat bu aklın konusu değildir. Aklı aşan bir durumdur. Vahye göre her şeyi Allah yaratmıştır. İslam’ın kelime anlamlarından biri de teslimiyettir. Dini konularda Kur’an ve Hadisler ile bu metinleri derinlemesine inceleyen müçtehitlerin icması esas alınır.
Matematik ya da fizik öğrendiğinde izlediğin yöntem, bu ilimleri kendi kuralları ile öğrenmendir. Allah’ın kitabını da dini yöntem olan teslimiyet ve imanla öğrenebilirsin. Allah’ı sorguya çekerek öğrenenler sapıtırlar. Aklını, bilimi, tarihi bir kenara bırakacaksın. Matematik yaptığında tarihle mi çözeceksin? Senin bilgi birikimin vahyi anlamanda elbette bir kolaylık sağlayabilir. Ancak vahyi akla vuramazsın! Hadisleri akla vuramazsın! Bunlar Allah’tan gelen emir ve yasaklar olup üzerinde oynama yapılamaz. Kafana göre hüküm çıkaramazsın. Hükmü Allah’ın peygamberi ve elimizde olan müktesebat belirler. Eğer Tanrı ile uzlaşmak ve dost olmak istersen dini bu yöntemle anlamaya çalış. O zaman kalbin açılır, her şey apaçık ortada olur. Yok eğer tartışmak için ayet ezberler, açık bulmaya çalışıp işi yokuşa sürmek istersen bu kendi zararınadır. Dinini öğrenmek için soru sor, dinini oyuncak edinmek ya da işi yokuşa sürmek için değil. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.” (Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)
Kur’an-ı Kerim’in metni kat’i, kesindir; yorumu ise zanidir. Kur’an-ı Kerim’in yorumunu hadisler kat’i yapabilirler. Kur’an ve hadislerin yorumu zani olup akıl ve ilimle kesin bir yoruma ulaşırlar. Dünya yaşlandıkça vahiy gençleşir. Bu sebeple çağların ruhuna göre, bilgi birikimine göre açığa çıkarlar. Örneğin Allah’ın sıfatları ilk dönem olduğu şekliyle kabul edilip, selef-i salihin’in “keyfiyetini bilemeyiz” yorumuna neden olurken; zamanla mücessime ve müşebihhe gibi fırkalar ortaya çıkınca, halef âlimleri tarafından tevil edilmişler. Eğer “Allah göktedir” ifadesini tevil etmez isen, “Allah yerdedir” ayetini tevil etmek zorundasın. Bu iki ayeti birleştirip “Allah her yerde hazır ve nazırdır” tevili kaçınılmaz olarak Ehli Sünnet tarafından kabul edilmiştir. Vahiyde geçen hiçbir hadis ya da ayetin tek başına anlamları ele alınamazlar. Ayetlerin iniş sebebi, hadislerin vuku bulma şekli; ayetlerin diğer ayetlerle, ayetlerin hadislerle, hadislerin ayetlerle, hadislerin diğer hadislerle bir bütünlük içerisinde ve yine ayet ve hadislerin öncesi ve sonrası ile birlikte anlaşılması için ayrıca metinlerin Arapça gramerine uygun bağlamı içersinde değerlendirilmesi gerekiyor ki bu bir uzmanlık alanıdır. Bunu da ehil olan zikir ve ilim ehline müracaatı zorunludur. Bunu bizlere Allah (c.c.) emrediyor.