Hiçbir toplumsal talep sebepsiz değildir. Mutlaka on yıllar içinden gelen memnuniyetsizlikler vardır. Genelde, ülkelerin hâkim güçleri bunu görmezden gelirler. Bildiklerini okurlar ve toplumların bu taleplerini başkaldırı veya en hafifinden “nankörlük” olarak görürler. Çok sıkıştıklarında “vatan hainliği, dış güçlerin oyunu” gibi sebeplere dayandırırlar.
Hâlbuki bu tamamen yıllarca hatta on yıllarca süren yanlış yönetimlerin sonucudur. Belki de devletlerin kuruluş devrine kadar gider. Yani sistem yanlış zemine oturtulmuş ya da düğmeler yanlış iliklenmiştir.
Sonunda kabak iktidara son gelenin başında patlar. Bütün kabahatler onun üzerinde kalır. Belki de, iktidara gelenler işin farkındadırlar. Ama ya iktidarı kaybetme korkusuyla ya da sistemin hâkim güçleri buna izin vermezler. Bir şekilde engellerler.
Tarihte bütün ülkeler (az çok) bu yollardan geçmişlerdir. Zaman zaman travmalar yaşamışlardır. Büyük, gelişmiş ülkeler travmaları atlatabilen, yönetebilen ülkelerdir. Ya büyük çatışmaların sonunda ya da (pek azı) önceden fark ederek toplumsal uzlaşma ve sorun çözebilme yetenekleri ile sistemlerini revize edebilmişlerdir. Zaten büyüklükleri de buradan gelir. Sorunları davulla zurnayla yapmazlar, düşman yaratıp kılıçları şakırdatmazlar. Zaten dünya da (eğer o devletin tasfiye olmasını istemiyorlarsa) buna izin vermez. Sovyetler Birliğinin yıkılması bunun güzel örneğidir. Sovyetleri yağdan kıl çeker gibi yıktılar ama Rusya ayakta kaldı.
Ama bir ülke tasfiye edilmek istendiğinde,
Hiçbir zaman “seni yıkıp, parça pürçek” edeceğiz de demezler. Buna Irak, Libya ve son olarak Suriye yakın tarihimizin güzel örnekleridir. Gerekçe otoriter rejimin zulmünden kurtarma ve daha demokratik yapama idi. Sonunda gelinen nokta belli… Yönetim olarak parçalanmış bir ülke ve kargaşa, yolsuzluk vs.
Bir ülkeyi tasfiye etmenin en kolay yolu (zaten) ekonomik olarak zor durumda olan ülkeyi daha da cendereye almak, ülkede hoşnutsuz kesimleri galeyana getirmek ve içsel taleplerini gün yüzüne çıkarmaktır. Yani insancıl masum istekler… On yıllardır sorun olmamış, dile getirilmemiş arzular birdenbire sorundan da öte, hayat memat meselesi haline getirilir.
İktidarlarda bunun farkındadırlar. Fakat ne bu konuda bilgileri, becerileri vardır ne de zamanları yetmez. Zaten projeyi yürütenler buna izin vermezler. Proje önceden hazırlanmışlardır ve kararlılıkla yürütürler.
Hiçbir ülke durup dururken işgal edilmez/edilemez. Önce ülke içindeki işbirlikçiler devreye girer. Sorunlar sıralanır, masum, insancıl istekler ortaya dökülür. Okuduğunuzda/ dinlediğinizde “haklılar yahu” dersiniz. İktidara dönüp veryansın yaparsınız. İktidar işin farkındadır ama elinden sadece daha da toplumu baskı altında tutma ve günü birlik çözümler üretmeye çalışmak gelir. Geçmişte yaptığı hatalı yönlendirmelerin, iktidara getirilme sebeplerinin farkına varmıştır ama iş işten geçmiştir.
Kısaca, iktidar ve muhalefet ülkenin nerelere sürüklendiğinin farkındadırlar ve çaresiz rollerini oynamak zorundadırlar. İktidar ülke elden gidiyor der baskıyı artırır, hukuk dışı yollara başvurur, muhalefet ise demokrasi hukuk der öyle yüklenir. Hâlbuki her ikisi de yanlıştır. Baskı dünyanın hiçbir yerinde çözüm olmamıştır. Muhalefetin dediği gibi demokrasi ve hukuk; Toplumsal katmanların oluşmadığı, şehirleşmenin tekâmül etmediği, ekonomik adaletin sağlanmadığı ve en önemlisi “aidiyet hissinin” oluşturulamadığı ülkelerde bu mümkün değildir.
Tüm bunlar “ha demekle de” olmaz. Bu on yıllarca yürütülecek ve toplumun büyük çoğunluğunun katıldığı projeler bütünü ile mümkündür.
Yani demem o ki,
Geldiğimiz nokta sadece iktidarın kabahati değildir. “Bilmeden geliş nedeni belli” iktidar ateşe benzin dökmüştür. Ama muhalefete çok “sağlam” değildir.
Kısaca, ülkemin vaziyeti kuruluşundan bu yana gelen yönetimlerin ortak eseridir. Bütün korkum bize zehri pasta içinde sunmalarıdır. Varılacak noktanın onlar tarafından bilindiği ama bizin bilmediğimiz neticelerin de korkusudur. Umarım ben yanılırım.























