Dalgalar duvara çarpıp şoseye kadar sıçradığında, olay sınıfımızı da dalgalandırıyordu. El çırpıyor ve bir daha diye tempo tutuyorduk.
Sümbüllü de dalgaları hesaba katmadan, yürümeye devam ediyordu. Sanki dalgalarla ara kesme oynuyordu. Sınıfın beklentisi, dalgaların Sümbüllünün başından aşağı dökülmesiydi. Onu bir eğlence haline getirmiştik. Çocuk işte; düşer ağlar, düşersin güler misali. Yaz başlangıcında denizin çalkantılı olduğu bir sabah, dalgalar hırsla duvara çarpmış, Sümbüllünün başından ayağına kuru yerini bırakmamış ve onu yere sermişti.
Yakasındaki çiçeğe izafeten sahilde yürüyen adama o ismi takmıştık. Kıyafeti değişmezdi. Başında kalpak, boğazında atkı ve üzerindeki paltosuyla ajanlara benziyordu. Gözlüklerini hiç çıkarmazdı. Uzun bir surat ve gülmeyen bir çehreyle yürüyüş yolunu arşınlardı. Elindeki bastonunu da taşımaktan belli ki, zevk alıyordu. Paltosunun kemeri düştüğünü fark etmez, geri döndüğünde bir şey olmamış gibi alır ve beline dolardı.
Sınıf arkadaşlarımız arasında, Sümbüllüyü tanıyanımız çıkmamıştı. Yoldan geçen bir Allah’ın kuluna selam vermez ve konuşmazdı. Sınıfın penceresinden gözettiğimiz kadarıyla yeni bilgiler üretir, yorum yapardık. Teneffüste denizi ve Sümbüllüyü izlerdik. Yürüyüşü spor yapıyor, anlamına gelmezdi. Dalgaların hışmına da o günden sonra uğramamıştı. Önceki olayını kaçırdığımıza da üzülüyorduk. Çünkü olay tatil günü gerçekleşmiş ve sınıfa da görevlimiz haber vermişti.
Edebiyat öğretmenimiz, “Şiir yazan hayallere dalar,” derdi. Sümbüllü için de herhalde “Şair” derdik. Adeta kendinden habersiz yürüyordu. Başkanımız, “Yeteneği yoksa çok daha dolaşır,” derdi.
Başkan bulutsuz ve güneşin çok daha parlak olduğu bir günde, Sümbüllü daha çabuk yürüyor. Yürüdükçe Sürüngenler gibi vücudu ısınıyor ve hareketleniyor. Yolundan kısa aralıklarla dönerse yürümeyi bırakırdı. O durumda denize doğru bakar, gülümserdi. Mavi sulara mı yoksa dalgalara mı dikkat ettiğini anlayamazdık. Başkan, “Aldırma yürü, belki sana da güler mavi deniz. Çaresizlik içinde kalma, kendine sıkıntı yaratma,” derdi.
Psikoloji öğretmenimiz de “İnsanlar, çoğu zaman bir olayın arkasına sığınır,” derdi. Sümbüllünün sığındığı olayı da çocuk aklımızla çözemezdik ama aynı kıyafetle her gün yürümesini de pek normal görmezdik. Onun için Sümbüllüye uyur gezer ve dalgacı da derdik.
Okulun son ayı idi. Yağmur fırtınaya dönüşmüş ve deniz için beklediğimiz çalkantı başlamıştı. Mavi denizin yerine köpüklü sular gelmişti. Dalgalar hırsla sahili dövüyordu. Fakat Sümbüllü görünürde yoktu. Sahilde dalgacıyla ilgili bu anı kaçırmamıza üzülmüştük.
Teneffüs zili çaldığında, gördüğümüze inanamadık. Sümbüllü yürüyüş yoluna doğru gelmez mi. Sahil yolu bir garipti. Çünkü dalgaların ne kadar atık varsa dışarı fırlattığı görünüyordu. Sümbüllü su içerisindeydi. Atıkları ayağıyla sürüyüp geliyordu. Elindeki bastonu kırılmış bir karış kaldığı hâlde koluna asılıydı.
Hemen döndü ve geri gitti. Sümbüllüyü bir daha göremedik. Fırtına Sümbüllü için çıkmış ve onu yolundan etmişti.
Sahil yolu ve deniz, Sümbüllüden yoksun kalmıştı.
Hasan TANRIVERDİ





















