Söğüt’ün altında yazlıkçılarla günün çoğunu geçiriyorduk. Masada çaylar yudumlanırken, herkes birbiriyle tanışır, sohbet koyulaşır ve yazlıkçılar, kendi yöresinin özelliklerini anlatırdı. Kendi yöreleriyle ilgili, farklı özellikleri karşılaştırma fırsatı bulurlardı.
Burası çok sıcak, akşama doğru bile gölge aranıyor. Mavi sulardan gelen esintisi dahi sıcak. Buna rağmen, tatilin keyfi söğüt ağacının altında çay ile çıkıyor.
Yan masada bir bayan konuşuyordu. Bayan, beyazlamış saçlar, çökmüş omuzlar ve yüzünün kırışmasına rağmen, gözlerinin içi gülüyordu. Tebessüm eden dudaklarından kelimeler vurgulu ve net çıkıyordu. Verdiği örnekler dikkatimi çekti. Dikkatimi çekmekten ileri, tanıdık geldi.
Vücut dili, Çapa Yüksek Öğretmen Okulumu anımsattı. Okul yıllarında, sınıfta düşüncesindeki parlaklık, cümlelerinin düzeniyle bizleri peşinden sürüklerdi. Bu akşam da masanın çevresindekileri adeta büyülemişti. Konuşmasının kesilmesine ve soru sormaya fırsat vermiyordu. Kesilse, aynı yerden devam ediyordu.
“Köprünün altından çok sular geçti. Çok iyi konumda tutulmalıydık. Maalesef kadına gereken değer verilmedi.” Diyerek konusuna devam etti. Konuyu ilmek ilmek iğne oyası gibi işliyordu.
“Öğretmen, anne gibi ninni söyler, bazen de baba gibi de gürler,” demesini hayal ettim. Tahtanın başında, aile ve okul iş birliğinin, çocukların yetişmesindeki rolünü açıklaması, zihnimde canlandı.
Ses tonu, vurguları ve vücut diline daha fazla ilgisiz kalamadım! Kalktım, masasına yaklaştım. Okulumu, sınıfımı ve ismimi söyleyip elini öptüm. Duygusal anlar yaşasak da toparlandık. İlk anda nasılsın? Diyebildim. İyi olduğunu yılların çok çabuk geçtiğini ve geçerken de kimseye acımadığını söyledi. “Yıllara sor, boşuna dememişler,” dedi.
Hayat hikayesini kısaca özetledi. Çocuklarının doktora için yabancı ülkede olduğunu anlattı. “Emekli olduktan sonra, buraya yerleştim,” dedi. Hemen iki kitabını imzaladı. “Yarın siz de kitap yazarı olacaksınız,” sözünü hatırlattım. Sınıfınızı unutamam, konuların üst düzeyde işlenmesini özlerim. Kitaplarımda sınıfınızdan örnekler verdim.
Güneş çekilmiş, dalgaların sesi çıkmaya başlamıştı. Esintisi saçlarını dalgalandırdı. Bahçe kenarından çiçek kokuları geldi.
“Dünyanın dönüşüne ayak uyduramayan toplumlar, yeniliklerden pay alması mümkün değildir. Böyle toplumlar, düzenin kölesi olmayı hak ederler. Bilimsel çalışmanın peşinde koşar adım ilerlemek gerekir,” dedi.
Düşünceleri, yaz yağmuru gibi zihnimizde iz bırakırdı. Öngörüşüyle parlak bir belleğe sahip olduğunu gösterirdi.
Olaylara bireysel bakmamalı, toplumsal olarak hareket etmeli. İleri düzeyde başarı gösteren üniversitelerin programı uygulanmalı. Uygulamalar da yeni gelişmelere neden olmalı. Gelişmelere ülke çapında sahip çıkıp peşini bırakmamalı. Eğitim ve öğretimde esas olan ilim ve fen olduğunu Atatürk işaret etmişti. O konuya şimdilik girmeyelim.
Zekamızı kullanarak, geleceği iyi okumasını bilmeliyiz. Buna bağlı olarak, düşünen beyinlerin sayısını artırmalıyız. Geç olsa da güç olmaz, dedi.
Akşamın kararmasıyla havanın serinlemesi sonucu, güneşi aradık. Birlikte kalkıp öğretmenimizi evine bıraktık. Bırakırken yarın daha erken buluşmaya söz verdik.
Öğretmenimizin bahçesi, evin kenarları çiçeklerle kaplıydı. Dikkatimi çeken karanfilin olmamasıydı. Herhâlde yetişmiyor, çünkü karanfili çok severdi,” dedim.
Heyecanla yarını beklemeye başladım.





















