Siyaset yazmak konusunda çok zaman düşündüm… Ve hep yazmama sonucuna vardım. Birkaç sebebi vardı. İlk akla gelen anlamıyla, klasik siyaset yazıları kalıcı değildir. O kadar edebiyat oku, felsefe oku, psikoloji oku… Sonunda gel siyaset yazıları yaz… Değersiz bir çaba olarak gözüktü gözüme. Ara ara yazmak düşüncesi bile soğuk geldi bana. Farklı tür yazılarımda ufak tefek iğnelemeler dışında pek çabam olmadı.
Beni, siyaset ağırlıklı yazmaktan alıkoyan bir şey de şuydu: ne olursa olsun, ne tarafa yakın gözüküyor olursam olayım, bir tarafın adamı gibi görünmek hoşuma gitmiyor hiç. Yazmaya başladığımda, zamanımı boşuna alacak şeylerle yüz yüze gelme olasılığı -yani kişi, kurum, siyaset-çilerle yüz yüze gelecek olma olasılığı- beni geri durdurttu. Korktuğumdan filan değil; mide bulantısı. Yoksa yani, herkesin Oktarcılardan korktuğu zamanlarda, Fettullah‘tan korktuğu zamanlarda, şundan bundan korktuğu zamanlarda çok sövmüşlüğüm vardır, ulu orta yerde. O sövüş aracı olan yazılar da zaten siyaset yazıları değil.
Kirli de bir ortam siyaset ortamı. Üstteki paragrafta konu ettiğim “karşı karşıya gelme” çekincesinin sebebi bu yani. Peki, ne yapacağız?.. Kirli ise nasıl temizleyeceğiz?.. Biraz veya biraz-üstü kire izin mi vermeli?.. Temiz siyaset diye bir şey var mı yoksa tabiatı mı böyle? Bizim ülkemize has bir şey mi, siyasetin rögara benzemesi?.. Norveç‘te siyaset abıkevser‘e mi benzer?..
Ne yazacağım?
Bir şey yazdığım zaman, içinde anı da olabilir, kısa öykü de olabilir, edebi cümleler de olabilir… Neyi çoğaltmalıyım?.. Siyasetçi isimlerini kullanmalıyım. Toplumun, bir siyasi gelişme sonucu yukarından aşağıya nasıl etkilendiğini yazmalıyım. Toplumun neyi anlamadığını, niye anlamadığını yazmalıyım. Öngörülerimi yazmalıyım. İçgüdülerimi de yazmalıyım. Hedef ne? Tabii, siyasetçiler de hedef, toplum da hedeftir yazılarda.
Bizde, toplumda da siyasetçi katmanında da eksik olan bir şey var. Bir ütopyamız yok. Kişisel olarak da bir ütopyamız yok, toplumsal olarak da bir ütopyamız yok. Hedefsizlik kötüdür. Yıllardır, bir hedefleri varmış gibi bizi-toplumu oradan oraya sürükleyen sembol-siyasetçi isimlerden çok çektik. Sağdan Soldan çok çektik. Sağdan soldan yumruk yemek gibi… değil yedik yani bu yumrukları.
Kimim ben?
Sokakta gezen bir yazarım, ben. Her yazar sokakta gezer fakat beni masa başında oturuyor şekilde hayal ediyor olmanız beni rahatsız eder. Sığ muhabbetler de yapabilirim, kahve köşelerinde Türkiye‘yi kurtaran lüzumsuz dayılar gibi. Olabilir. Her şeyi de bilemem ki.
Bir gerçek var ki; sıkıldık satın alınmış insanlardan. Şu an kaldığım ev, meşhur vekil ticareti işlerinin döndüğü Güneş otel’e çok yakın. Onlar ayrı konu, yazan kişiler açısından da söylüyorum; sıkıldık satın alınmışlardan.
Kısacası aklıma geleni, aklıma eseni söylerim.
Siyaset yazısı:
Biraz dağınık yazayım…
Madem idam edemedik, besleyelim dedik; yeter yani. Artık gönderelim. Nereye?
2000 yılında dünya topludurumu farklıydı şimdi ise çok farklı. Abdullah Öcalan, “tarih“teki yerini aldı. Pentagon merkezli ABD‘nin her zaman yaptığı gibi; piyon kullanıldı. Boşluğa düştü…
Dünya geneline baktığımızda…
Üç tane büyük güç odağının açık savaşımı tam olarak ortaya çıktı. Pentagon, Çin merkezli küreselci yapı ve Siyonist güç.
Bu üç güç odağının birbirini kırması biraz yavaş ilerliyor aslında. Sebebi ise İsrail devletinin şımarık, arsız bir çocuk gibi davranması. Çin merkezli küreselci yapı olmasaydı, bizim ülkemizde de iç karışıklıklar daha çabuk gelişirdi. Ve; olmaz, olmaz, demeyin; parçalanma sürecine hızlı bir şekilde girebilirdik. MHP‘nin ve tabii ki Devlet Bahçeli‘nin “ilginç” bulunan çıkışı bu yüzdendir.
Ara not olarak bir şey söyleyeyim: Devlet Bahçeli-MHP kavramını partiler üstü görüyorum. Konumuza dönelim…
Aslında Abdullah Öcalan‘ın ülkemizdeki-tabandaki büyük etkisi hala var. Siyonist yapının ülkemizdeki hedefi tabii ki toprak-dı.
“Çin merkezli küreselci yapı olmasaydı,” dedim. Olmasaydı, Siyonist yapının kontrolüne tam olarak girmiş bulunan Pentagon-Trump dünya çapında-ve bizim bölgemiz çapında etkililiğini ve etkinliğini şiddetle artıracaktı. Aslında tabii şimdi de önemli birtakım süreçler ilerliyor.
Şu an itibarı ile; Suriye bölündü, Irak zaten bölünmüştü. Devletimiz, orada-Suriye‘de bir prototip devlet kurulmasına engel olamadı. Hiçbir ülke engel olamazdı zaten. Neyse.
Devlet erki, Abdullah Öcalan‘ın tarihsel fonksiyonunun bu ülkede bitmiş olmasına rağmen tabandaki güçlü etkisi sebebiyle, burada bulunmasını istemiyor. Ki, benim de şahsi kanaatim budur. Madem bir Kürdistan‘ınız var, gidin orada takılın.
ABD, şimdi, daha profesyonel olan HTŞ taşını ortaya-ileri sürdü. O süreç başka bir yazıda değerlendirilir. Fakat yine de birkaç şey söyleyeyim:
Nasıl ki, Prototip Kürt devletine yer açmak için İşiD vb. yapılar kullanıldı, HTŞ de öyle bir şey. “Temizlik” yapacaklar yani. Bu bağlamda bir şey daha söylemek isterim: Kürt arkadaşlarım çoktur; DEM‘li arakadaşlarım da çoktur. Onlara hep şunu derim: hadi, diyelim ki kurdunuz Kürdistan‘ınınızı. Yönetim erkinin ilk olarak yapacağı şey alevi-sosyalist vb. katliamı yapmak olacak. Taban, pek de sağlam ayak olmayacak yani.
Şimdilik bu kadar.























