Siyasetçiyim diyerek, kendine has, ifadeleri birbirine karıştırır, esrarengiz bir hava yaratırdı.
Karışık saçlarıyla İngiliz başbakanına benzerdi. Saçlarını hiçbir zaman düzeltmezdi. Boynu kısa olduğu için vücuduna yapışık gibi görünüyordu. Gözleri durmadan dönüyordu. İki sözünün biri; Çağ dışı, orta çağ ve olağan üstüydü. Konuşmasında birçok kavramları dalgasız denizde taş zıplatır gibi kullanırdı. Orta çağ demekle Ortadoğu’yu kastederdi. Halıdan bahsederken, iplikler düğümlenir, derdi. Kendi adını bile tarihsel olarak nitelendirirdi. Bir adın, tarihselliği ne demekse…
Bilge, filozof ve teknoloji kavramlarını kurduğu cümleye uysun uymasın peşine eklerdi. Böylece doğal olmayı da ihmal etmezdi. Çevre için, yaşadığını söylerdi. Yanındakilere, mutfaktan ve yemekten bahsederken de Çin, Japon ve Fransız derdi.
Silahlanmayı savunmaz fakat silahlar onun için önemliydi. Bomba atom ve hidrojen, derdi. Siyaset adamına cevap vermek gereksizdi. Çünkü konuşması sırasında dinleyenlerin çoğu bırakıp giderdi.
Siyaset adamı, Ortadoğu düşüncesiyle ilgili filmimiz çekilecek, yardımcı olur musunuz? Dediğinde yanında kimse kalmamıştı.
“Davetlere kolaylıkla katılmam. Çünkü konuşmacılar değerli insanlarsa, konu çokları için bir lütuf olarak algılanır. Çünkü sevgi ve saygıya bağlanan sözler, çok değerlidir. Siyaset sevgi manasında yapılır. Siyaset öyle düz ve basit değildir. Kolay olduğundan da bahsedilmez. Bilgi fazlalığın varsa zaman içinde ortaya çıkar. Bunun bilinmemesi, herkesi üzer.” Kâğıttan böyle bir söz okumuştu.
Siyaset adamı, konuşma metnini, başkalarından alır ama kendine aitmiş gibi söz ederdi. Bilgiçliğini! Yansıtırken el ve kol hareketleriyle de sözlerine destek verir. Topluma karşı çekinmeden düşüncesini aktarır, imajını yaymak isterdi. Fakat kime karşı, hangi ve nasıl bir düzen savunduğunu bilmezdi.
Bu tür siyasetçiler, sokağa çıkar veya tutarsa diye konuşurdu. Genelde okumamış kitleyi esas alırdı. Bu arada kişiliğini renklendirmek için, ortaya attığı görüşlerin hiçbiri kendine ait değildi. Geçmiş yılların siyasetçilerinden birini taklit ediyor olabilirdi fakat taklidi de kötüydü.
Yeni siyasetçi, kahvede sözlerine karşı dirençle karşılaşınca, kıvırıyor ve kuyruğunu kıstırıp “Yanlış anlaşıldım,” diyordu.
Siyaset adamı, hiçbir konuda özele girmiyor ve genel sözler söyleyip gidiyordu. Sözleri irdelenirse çok sayıda yanlış kavramlar kullandığı görülüyordu.
Kendine yöneltilen sorulardan kaçıyordu. Fırtınaya tutulmuş kayık gibi ne diyebileceği belli olmuyordu.
Siyaset adamının hedeflediği bir nokta yoktu. Gelişi güzel davranıyordu. Kazanmanın yolları onu pek ilgilendirmiyordu. Doğru yolda olduğuna inanıyorsa, hedefine ne kadar yaklaştığını anlaması gerekiyordu.
Siyaset adamı herkesin gittiği yere gitmenin peşinde olduğunu söylerdi. Böylece toplumla uzlaşacağını zannederdi.
Hasan TANRIVERDİ





















