Sivri dağı, sahili, kuş bakışı gözetleyen efsane bir dağdı. Kasım ayında beyaz gelinliğine bürünen dağ, yaz mevsiminde ise zümrüt yeşili olurdu. Arkası, yanı görülmez, bulutlarla arkadaşlık yapardı.
Bize göre doğunun Ağrı dağı idi. Kafamızı kaldırdığımızda sivri dağını görüyorduk. Bir gün tepesine ulaşmak, sahili ve köyleri seyretmek, olağan üstü manzaraydı. Vadiye bıraktığı su, yaz boyu serinlenmemiz demekti.
Bir gün sivri dağına çıkmak, içimizdeki duyguydu…
Samimi duygular hep kalpten gelir. Dostluğun tatlı geleneklerine kendimizi kaptırmış ve dağ için, hazırlanmıştık. Sabahın neminden sonra güneş, ışınlarıyla dağı bütün çıplaklığıyla açığa çıkartmıştı. Tepesinde hafif bir sis, görünüp kayboluyordu. Sisin gelmesi rüzgârı işaret ediyordu. Kardeşim, Güneş, rüzgâr ve sis olmayacak diyorsunuz. “Doğanın kurallarını yeniden yazamayız.” Dedi.
Doğa insana düşünce gücünden daha fazla karşılık verir. Dağı güzelliğiyle algılarsak, düşündüğümüzde güzel bir doğa ile karşılaşırız. Bu duyguya inanıyorduk. Sivri dağı, dünyamızın sınırını tayin ediyordu. Koca yer yüzünde, hayal değildi, çevrenin gurur kaynağıydı.
Hayat her zaman doğruları sağlamasa da sivri dağının tepesinden bakıldığında, öğrenecek çok şey vardı. Yaşantımızdaki bir takım bilgi boşluklarını dağı görmekle dolduracağımıza inanıyorduk.
Ufuk çizgisinin kızıllığı ile, hazırlığımızı gözden geçirdik. Gök gürültüsü başımızın üstünde olduğu hâlde aldırmadık. Kabımıza sığmıyorduk. İçimizdeki enerjiyi dağ için kullanmamız gerekiyordu.
Köyden, köye giden patikaya dizildik. Arada kardeşimle yan yana geliyor ve öğrencileriyle olan olaylarını anlatıyor, dakikalarca gülüyorduk. Varlık, vicdan ve sağlık eğitimli olmalıdır. Böyle güzel toprak parçasını korumak gerekirken, yıkmaya çalışıyoruz. Yollar yürünecek durumda değil, bakımsız araziler. Çevreden habersiz insanlar, her şey bulanık ve karışık.
Vadi boyunca kurbağalar nağmeleriyle bize eşlik etti. Ağaçlar güçlü ve intikam alırcasına çevrelerini kökleriyle sarmıştı. İşte doğa ile ilgili değer ölçülerimiz de ağaç kökleri gibi olmalıydı.
Gezimiz gayet olumlu geçiyordu. Samimi insanlar yapıcı konuşmalarıyla dağ hakkında bildiklerini anlatıyorlardı. Çayır kokusunu yol boyu ve dağa tırmanmaya başladığımızda da hissettik. Konum o kadar güzeldi ki, katırın semeri gibi. Semerin uç tarafı sahili gözetliyordu. Sabahın esintisi yerini dağın rüzgârına bırakmıştı.
Dağı eteğinden itibaren, kaynak sular kendini gösterdi. Açıklama yapan arkadaş, suların yararlarını anlattıkça içtik. Öğleye doğru dağın doruğuna yaklaştığımızda, hüzünlü ve titrek bir ses, yeşil tepeler arasından yankılandı. Folklorik türküydü kulağımıza ulaşan. Köyün tipik kara taş evleri çevremizde serpilmişti. Evler rüzgârdan korunma üzerine kurulmuştu. Pencereler küçük, kapılar dağın aksi yönündeydi. Evlerin hemen yanında çayır ve sap yığınları yükselmişti.
Dağın doruk noktasını arşınlamaya başladık. Artık dağın o heybetli tepe noktasıyla aramızda hiçbir engel kalmadı. Çimende çiçeklerin çeşitliliği inanılmazdı. “Bu çiçekler on beş günde bir başkalaşıp yenilenir.” Dedi bilen arkadaş.
Günümüz çok iyi geçiyordu. Yeni bilgilerle donatıldık. Köylülerle konuşma fırsatını bulduk. Doğa daha acımasız, zor geçen günler daha çok şeklinde kısaca özetledi. Dağın fırtınası çok, kar çok yağar, dedi. Zor günlerini kendimizden uzak tutmak için, kış mevsiminde vadiye iniyoruz. Herkesin vadide kışlık evi vardır. Yazın kar hafifledi mi dağa çıkarız. Dağ özellikle ineklerimize çayır ve tarla açısından çok verimlidir.
Köylülerden biri, ilk olarak gelende bulutları aşarak tepeye çıktık, hissi uyanmış olması gerekir.” dedi. Gerçekten de öyle bir hisse kapıldık. Bulutların üzerindeydik. Bize bahçesini gösterdi. Aşağı inmeyeceğim, kalıp mısırı ayıklayacağım.” Dedi. Dağın zirvesinde kaynak suyunu gösterdi. İçmeyle doyamadık. Onun tarif ettiği gibi, zirvenin sahile bakan yüzüne oturduk ve her taraf ayağımızın altında olduğunu gördük. Farkına varmamız gereken bir andı.
Topraklarından kopmamak, doğduğu yerde kalmak, arkadaşın kendi seçimiydi. İmrenerek baktım ve tebrik ettim. “Bu güzelliği yaşamak herkese nasip olmaz.” Dedim. Yüreğimiz yansa da hayat devam ediyor ve ana yurdumuzda güven içerisinde yaşıyoruz, dedi.
Sabahları zinde kalkılır, dengesizlik olmaz. Bu dağa mikroplar ulaşamaz. Gelse de geri dönmeye yetiştiremez.
Sivri dağı her şeyiyle görülmeğe değer. İnsanca yaşamak yolunu savunuyoruz. Dağın işi zor ama ineklerimizin bakımını sağlıyoruz. Acı da çeksek, çaresizliğe düşmüyoruz. Yaşlılara yardım ediyoruz.
Köyden bize yardımcı olan arkadaşı da bırakmadık ve zirvede yemeğimizi yedik.
Hasan TANRIVERDİ





















