Sefillerin yazarı V. Hugo; özgüvenimizi tavan yaptıracak bir söz etmiş:
“Konduğu dalın inceliğinden, düşecekmiş gibi olan, ama yine de; kanatları olduğunu bilerek
Şarkı söyleyen kuş, gibi ol…”
Eski Opera ve Balesi Müdürü Sedat İçgören Hocam ile kahve içiyor, bir yandan duygularımızın bilimsel olarak söyleşiyorduk. Prof. Nusret Kaya’nın Bilim ve Teknik Dergisinde “edindiğimiz bilgilerin kuşaktan kuşağa taşındığı hakkında” bir araştırmasını okumuştum.
O gün, insan doğasında genetik “bilgi geninin” hatalı olduğunda neler yaşandığını hakkında söyleşiyorduk.
Sedat hocam pat diye bana şu soruyu yöneltmişti:
“Bana hissetmenin rengini betimleyebilir misin?”
Yanıtım;
“Hangi duyguyu hissediyorsan onun rengidir,” olmuştu.
Bunun üzerine hocam bana; sürekli iç savaşların yaşandığı Afrika’da ki bir köyünde yaşanmış hikayeyi anlattı.
“…Köy halkı tarafından sevilmeyen çocuk, sonunda o köyü yakmış. Köyü kundaklama nedenini araştırmışlar. İlginç bir sonuç çıkmış. Meğer o çocuk sevgi sıcaklığını hissetmek için köyünü yakmış.”
Yani bugün dünyayı yakanlar, aslında zamanında ihtiyacı olan sevgiyi alamayan çocuklardır. Başka bir șey degil. ..
Bazen kendimizden, bazen de en sevdiğimiz den uzaklaşmak isteriz. Çok garip bir his bu. Belki de sevmeyi yeterince deneyimlemediğimiz içindir…
Zihninizde affedilmez bile olsa bizi yaralayanı bağışlamıyoruz. Zamanla hissettiklerimiz kalbimizde çürüyor. O çürüme önce acıya, ardından öfkeye, sonra kine dönüşüyor. Hepsi birleşince ağır travma yaşıyoruz. Sonunda olan oluyor! Zira, çürümüşlüğün ardından ruhsal ve bedensel hastalıkların yüzeye çıkıyor.
Terapistler bunun adına; post travmatik stres bozukluğu, diyor.
Bize yanlış yapan en yakınınız dahi olsa affetmeliyiz!
Bağışlayıcılık bizim kendi zihinsel iyileşmemiz içindir. Kendinize karşı beslediğiniz şefkatten ötürü bağışlayacaksınız.
Hak ettiği için değil, siz acı çekmek, size yapılanı her hatırlayışınızda kendinizi bir daha yaralamak istemediğiniz için bağışlayacaksınız. Başkaları bize ne yapmış olursa olsun, sürekli hastalıklı hissetmek istemediğimiz için affetmeliyiz.
Bağışlayıcılık bir öz severlik eylemidir.
Çünkü insan, acıyı tanımak, onu deneyimlemek, gibi bir hataya düşüyor. Bu hataya “merak” duygumuz neden olması ise çok şaşırtıcı !
Farkındalık için,
Güvende hissetmek için,
Ve
Öz şefkate gereksinim duymak için acıyı deneyimlemek istiyor.
Tıp bilgisi okurken anatomi hocamızın sözlerini hiç unutmadım:
“Damar kesilirse kangren,
Sinir kesilirse felç olunur!”
Bizler acı çekmekten korkarız değil mi?
Oysa;
“Acı varsa o organ canlıdır. Uyuşma varsa o organ ölmek üzeredir.”
Ne hissediyorsan, hissetmeye devam et…
Çünkü hisler insana dairdir.
İnsanda his varsa o yaşıyor, demektir.
Zira, bir tek robotlarda his yoktur.
Acı, nefret, öfke, vb, olumsuz duygular kısa sürsün ama…
Yerini sevgi, barış, hoşgörü, huzur, mutluluk ile takasa edin.
Hayat hissettikçe yaşanır.
Sakın ha!
İmkansız, demeyin!
İmkânsızın bile imkanı vardır, şu hayatta!
Karanlık varsa aydınlık da vardır zira;
İnsan da teşhisini koymuşsa; acısıyla başa çıkabilir, eğer ilacını biliyorsa…
Acının antidotu şekerdir.
Nefretin antidotu sevgidir.
Ayrılsanız bile geride bıraktığınız yüreğe nefret değil “sevgi” borcumuz, olsun.
Kalın sağlıcakla ve sevgiyle…
Emine Pişiren/ Akçay























