Sabah hava kapalıydı. Bulutların durgunluğu, dikkat çekiciydi, yağmur geliyor gibiydi. Gürültü derindendi. Kulak kabarttım ki içime korku düştü.
Korkum bulutların yaklaşmasıyla arttı. Kötü bir fırtına, Allah korusun, dedim.
Vadinin sesi, büyük bir gürültüye dönüşmüştü. Gürültü sel geldiğine işaretti. Selin habercisi var mıydı? Dere yatağındaki insanlara yazık olacaktı.
Dağın zirvesi yağmurun sisi altındaydı. Yağmur epeydir devam etmiş olacak ki, sel süpürerek gelmiş ve dere yatağına sığmaz olmuştu.
Yamaçlar heyelan riski taşıyordu. Sahiller seli yutamamış ve dere yatağında hiçbir şey kalmamıştı.
Biz de bahçeye suyun girmemesi için arkları açmış ve ana kanalları temizlemiştik.
Hayalimde yağmuru izlemek vardı. Sel suyunun tahribatını gözlemek için dere yatağına yaklaştık. Ağaçlar devrilmiş, kenarlardaki yeşillik kalmamış ve büyük taşlar bile yuvarlanmıştı. Zararın boyutunu hava iyice durgunlaşırsa anlayacaktı.
Dere kenarından kum çeken Dertli Gürol, acaba ne olmuştu? Her şeyden önce kendini kurtarabilmiş, yoksa hayatın biçtiği rolü iyi oynamış mıydı?
Dere kenarında çalışıyorsan, suyun yükseleceğini de hesaba katmalısın. Ne demişler; “eşeğin varsa yükünü hesap edersin.”
Öğleye doğru güneş geri geldi. Serin hava suyun sesini kısmıştı. Olayı fırsat bilip patikadan dereye indik. Patika yürünecek halde değildi. Bahçeler zarar görmüştü. Kaşlar dereye uçmuştu. Kardeşim; olay için “doğru mu,” diyerek sıkıntısını dile getirdi.
Dere kenarındaki tilki yuvaları da dereye katılmıştı. Yavrular için bir ay yaz güneşi, ömür belirlemişti. Yabanilerin kurtulması mucizeydi.
Kum çeken, Gürol için de kaybolmak bir rol müydü? Kum çektiği yer ile atı da artık yoktu. Sahildeki üç köprünün de yerinde yeller esiyordu.
Kırbacın altındaki atlar gibi insanlar da sinirsel açıdan huzursuzdu.
Seher vakti, güzelliklerle buluşurken, kalplerin kırıldığı felaketlerle de karşılaştık.
Hasan TANRIVERDİ























