Sayın İnce, Sayın Kılıçdaroğlu; 3. günde 3. açık mektubum bu. Devam edecek de…
Her seçim sonrasında parti içinde ortaya çıkan “rutin”i bozmadınız ya… Bravo(!). Ne zamana ki gelecek adına bir umut ışığı belirse, kendi eserimizin üzerine “tüy” dikmeyi ne de iyi becerebiliyoruz. Yüreği elverse insanın “kumpas” diyesi geliyor da; hadi neyse!.
Türkiye Cumhuriyetinin geri dönülmez biçimde rejim ve sistemi değişirken bir uğursuzluk bir bela, ülkenin tepesine çöreklenmişken, bu “gitmem – gönderirim” kavgasının neresinde bu halk? Cevabını “dünlere” bakarak vermek de sizlerin görevi değil mi?
Biriniz kalksa gitse, bir diğeriniz geçip otursa bu bela defolacak mı ülkenin tepesinden?
Hanginiz kurt ki; toz duman olmuş ortamda makamda kalmanın veya makamı kapmanın ihtirasıyla sarılmış egonuzla birbirinize top tüfek saldırmaktasınız? Düşündünüz mü hiç, kazananınızla kaybeden yine kim olacak!…
Onlar kazanmadı beyler!…. Biz kaybettik!… Sizler kaybettirdiğiniz için onlar kazandı!.
Ne çektiyse bu parti “ya küçük olsun benim olsun” diyenlerden, ya da “ben olmazsam bu parti sıfırlanır” egoizmi ile burnu kaf dağında tepemizde gezinenlerden çekti!. Her gelen kendi dar kadrosuna içine dahil ettiği üçbeş kişiyle yoluna devam ederken, ne bu çemberin dışında kalanlara söz hakkı tanındı, ne de ne söylediklerine kulak asıldı!.
Çiçeği burnunda Milletin Vekillerine soruyorum: Hükmü sıfırlanmış bir mecliste, biada parmak kaldırıp indirenleri seyrederek aybaşlarını beklemekten öte, o Meclis’te ne fonksiyonunuz olacağını söyler misiniz?
Yetkililer bu sorum da sizlere!…
Söyler misiniz sosyologların, pedagogların, bilim adamlarının, deneyimli siyaset ve bilim adamlarının, eğitimcilerin, ekonomistlerin ve daha burada sayamadığımız işi bilen yetkin kişilerin katılımıyla bir kurultayı ve kongreyi hangi tarihte topladınız?
Toplanması istenen kurultay “adam değiştirme”yi mi temel almalıydı yoksa “nerede ne hatalar oldu da bir hezimet çıktı ortaya” diye sorgulayan ve mutlak değişimin son perdesini indiren karanlık sisteme hızla sürüklenirken izlenecek yol ve politikaların tartışılmasını mı temel alacak olmalıydı!?…
Partinin her kademesindeki görev ve yetkililerden, yeni ve eski milletvekilleri de dahil, kaç tanesinden bu yönlü bir talep geldi? Giden küsüp gittiğinden fırsat kolladı hep… Yeni gelen de, aman “sivri durup – göze batmayayım” çabasında oldu hep!… Yaşananlar karşısında tahammülsüzlük gösterip isyana durmakta biz mahallenin “delilerine” kaldı hep… Zaten onları da hiç kimse takmadı!…. Onlarda; olup bitenler karşısında göbek atan zübükleri gördükçe, Nazım’ın deyimiyle “yanmakta”; kahrolmakta oldu hep!…
*
“Partinin ilk basamaktan ta son basamağına kadar görev alacaklarda belrlenmiş bir likyakat ölçütü net olarak ne zaman ortaya konuldu.“ Gelecek mektubumuza bu cümle üzerinden devam edelim. (Devam edecek)
07. Tem. 2018
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci