SABAH GÜNEŞ’İ ÇİŞLİYE
AKŞAM GÜNEŞİ GÜZELE GELİR
– Yavrum, haydi uyan! Neredeyse Güneş doğacak. “Sabah Güneşi çişliye, akşam Güneş’i güzele gelir.” demiş atalarımız. Tulumbaya koş, elini yüzünü yıka. Üstünü değiştir. Sabah serinliğinde başlayalım toplamaya.
Yanaklarına kondurduğu öpücüklerin verdiği hazla hemen kalktı küçük kız. Babası herkesten önce kalkmış, yavrularını uyandırmıştı. Abisi hâlâ yoktu ortalıkta. Babası yine denedi, aynı sevecenlik ve aşkla uyardı oğlunu. Nedense hep böyle olurdu. Buna üzüldüğü belliydi adamcağızın. Kim bilir neler düşünüyordu içinden. Neyse ki geç de olsa gözlerini ovuştura ovuştura geldi o da.
– Haydi güzellerim! Toplayı toplayıverin! Altın bilezik alıvecem. Daha hızlı, daha hızlı! Bütün ağaçların altını gün doğmadan toplayalım. Yapılacak çok işimiz var daha.
İki eliyle topladı. Son hızla çalışıyordu. Onu gören abisi de hızlanıyordu. Annesi, babası, teyzesi ile sanki koskoca bir ordu gibiydiler. Tüm ağaçların altı toplandı. Toplanan incirler sergilere döküldü. İş, kuruyan incirleri seçmeye gelmişti. Bu işi annesi ile teyzesi daha iyi biliyordu. Küçük kızın seçtiklerini kontrolden geçirdiler. Herkes harıl harıl çalışıyordu. Babası sevinçten uçacak gibi oluyordu sanki. Kıpır kıpırdı içi. Onlar çalıştıkça onun da hızı artıyor, bembeyaz yüzü pembeleşiyor ve gözlerinden güller fışkırıyordu al al.
Onlardan daha önce dama gelen, dünyanın en güzel kadını annesi kahvaltı sofrasını çoktan hazırlamıştı. Tarhana çorbasının ve odun ocağında pişirilmiş bazlamanın kokusu mis gibi yayılmıştı bahçe damının (ev) duvarlarına. Damın önündeki bardacık ağacının dallarına baktı küçük kız. Sonra lop incirinin ağacına. Hepsi birbirinden güzel ve iştah açıcıydı. Damla damla çiğ taneleri toplanmıştı kabaların (Taze incire Ege’de kaba denir.) üstünde. Aç olunca kabaların tadı bir başka oluyordu. Bir iki tane kabuğunu soymadan yedi ve gerisin geri koştu, sofra bezini kaldırdı, bağdaş kurup oturdu. Bahçeden toplanmış maydanoz, nane, tere, dereotu, taze soğan, domates, bol zeytinyağlı siyah ve yeşil zeytinler ile karıştırılmış kesiğin tadını kaç kişi bilir? Besmele çekerek kaşıklar çorbaya daldırıldı. Bir çorbadan bir yeşilliklerden, derken sabah öğünü bitti. Sofra birlikte toplandı. Kaldırılacaklar kaldırıldı.
Güneş çoktan doğmuş, sergilerde incirlerin seçimi yapılmış; çuvallar doldurulmuştu. Öğlen sıcağı bastırmadan çuvallar damın içine taşındı. Artık iş incirlerin büyüklü küçüklü olmasına göre seçimine gelmişti. Teyze, baba, ağabey ve Selin incir odasına girdiler. Minderlerin üstüne oturdular. Hurdasını, yemekliğini, satılık olanlarını seçmeye başladılar. Anne yine yanlarında değildi.
– Ocak için odun çalı çırpı topla gel Gültekin! (Eşine başkalarının yanında oğlunun adı ile seslenirdi.) Ocağı tutuşturamadım.
– Hemen gaymak Gadın’ım, hemen!
Öğlen yemeği hazırdı. Toprak tavada pişirilmiş bol domatesli bulgur pilavı ve bahçeden toplanmış yeşillikler…
– Gültekin, oğlum, sen karpuzu kes!
Yaradan’ın adı ile başlandı yemeğe aynen sabahki gibi. Bahçeden toplanmış yeşillikler, komşunun verdiği karpuz, annenin pişirdiği bulgur pilavının tadını hâlâ unutamadı Selin. Nice sofralar gördü, oturdu, paylaştı ama o tadı hiç bulamadı. Karpuzla bulgur pilavı yemesine bayılırdı. Taze soğanla başlandı, karpuzla bitirdiler yeme işini.
Yemeğe şükürle başlanır, sonsuz teşekkürle bitirilirdi. Yutulan her lokmada başkaları da düşünülür, olmayanlara da versin yüce Yaradan denirdi. Anneye mutlaka; “ellerine sağlık” denir ve teşekkür edilirdi. Annesi nasıl da mutlu olur, sevinirdi; yavrularının iştaha ile yediklerini görünce.
– E, öğlen uykusu iyi oldu değil mi meleğim? Haydi bakalım, eşeğimizi hazırlayalım, yola düşelim. Kızılay için çalışalım şimdi de. Geleceksin değil mi güzel kızım?
– Tabi geleceğim canım babam, verilenleri ben alayım ama, olur mu?
Her gün öğleden sonra çıkarlardı yola. Anne, ev işlerini ve akşam yemeğini hazırlarken, onlar Kızılay için incir toplardı. Baba, hayır işlerini çok severdi. Karşılıksız çalışırdı. Eşeğin sırtındaki heybeler incirlerle doldukça, kendi bildiği türkülerden tuttururdu baba. Kızını yürütmek istemezdi. Selin ama, seve seve yürürdü. İncir bahçelerinin sahiplerinin verdiği incirleri hep o almak isterdi. Aldığını babasına verir, onun zevkle torbaya dolduruşunu izlerdi. O deniz mavisi gözleri ışıl ışıl parlardı. Heybenin gözleri doldukça, daha bir canlanırdı. Görevini yapabilme mutluluğunu yaşardı. Selin de küçücük aklıyla onu anlamaya çalışırdı. Bilirdi ama; yaptıkları iş kutsaldı.
Akşama doğru dönerlerdi incir bahçesine. Annenin yumuk yumuk elleriyle hazırladığı, pişirdiği yemeklerinin kokuları karşılardı onları. El ayak temizlenirdi önce. Herkes sevgiyle bakardı birbirine. Dolu dolu ve çalışarak geçen bir günün sonunda yorgunluğun izi bile görülmezdi. Verimli olmanın huzuru dolar taşardı. Bahçedeki köpek, kediden, dallardaki kuşlardan yerdeki böcek ve karıncalara kadar her can korkusuz ve mutluydu.
Akşama doğru her birinin güzelleştiğini anımsadıkça gülümsüyor Selin. Üretkenliğin verdiği akşam güzelliğiydi bu. Güneş’in batışını seyrederken tatlı bir sakinlik olurdu her birinde. Günün verimliliği çökerdi gözbebeklerine…
Selin, «Sabah Güneşi çişliye, akşam Güneş’i güzele gelir.» diyerek uyandıran, tatlı dilli, her işinde adil olan babası, canla başla yavrularını koruyup kollayan, eş ekmek hazırlayan, ak pak giydiren, sabırlı, becerikli, sevgi yüklü annesi olmasa; çalışmanın tadını nasıl öğrenir, hayata nasıl böylesi sıkıca bağlanabilirdi diye sıkça düşünüyor.