İnsan kendisiyle baş başa kalınca eski defterleri, köhne sandıkları, aklın bir köşesinde unutulmuş hatıraları, sararmış mektupları bir bir önüne seriyor. Hatıralar büyüdükçe büyüyor ağrı dağı kadar oluyor. Ne çok şey biriktirdiğini işte o zaman fark ediyor.
Gecenin bir vaktinde geçmişi deşelerken yıllar önce gördüğüm rüya aklıma geldi. Hafızamda daima tazeliğini muhafaza eden bu düşümü paylaşma isteği duyuyorum. Babamı ebediyete yolcu etmeden dört yıl önceydi. Ve mevsim kıştı. (Şeref Taşlıova d:1938- ö:2014) Rüya âleminde;
Sıcak bir akşam evimde otururken, biri telefonda bana “Çabuk gel baban öldü ama yinede seni istiyor.” diyor. Çılgına dönüyorum. Ben ağladıkça gökyüzünde ki yıldızlar tek tek kayboluyor. Sonra kendimi eski bir caminin bahçesinde bankta oturur halde görüyorum. Feryadımdan insanlar kulaklarını kapatıyor. Ben yandıkça ortalık kararıyor. İki kişi kollarımdan tutarak beni iki sütun arasındaki babamın bayrağa sarılı naşının yanına götürüyor. Herkes yüzüme bir türlü bakıyor. Kalbim sanki içimde alev almış yanıyor. Sonra her yerim ateş içinde kalıyor. Her yerimin alev gibi yanışına mani olamıyorum. Acıdan takatim tükenmiş sırtımı sütunlara yaslamış öylece babama bakıyorum. Sonra biri beni ağaç altındaki banka oturtturuyor. Etrafımda o kadar çok insan vardı ki, bakmaya tanımaya halim kalmıyor. Herkesin gözü yaşlı ve babamın iyiliklerinden, muhteşemliğinden bahsediyor. Ben ise yapa yalız kalmış gibiyim.
Sonra uzaktan bana doğru gelen birine gözüm ilişiyor. Uzun boylu, ince yapılı, bulut rengi saçlı bu kişiyi ilk kez görüyorum. Lacivert takım elbisesi mavi gömleği var üzerinde. Nedenini bilmeden oturduğum yerden ayağa kalkıyorum. Bir iki adım ilerleyerek onu karşılıyorum. İçime tuhaf bir sükût yayılıyor. Elindeki bir bardak suyu bana uzatıyor. “Al iç bunu iyi gelecek sana. Biliyor musun bende babamı yıllar önce kaybettim.” diyor. Başımı omzuna yaslıyorum. Ağlıyorum. Onunda için için ağladığını hissediyorum. “Sakin ol” diyor. “Takdir edene inan” diyerek yanımdan ayrılıyor. Kalabalık arasında gözden kaybediyorum. Bense onun sözleriyle kendime gelsem de hıçkırıklarla ağlıyordum. Uykudan kendimin ağlama sesiyle uyanmıştım.
Saate baktığımda sabahın 04 ydü. Babamı aramak istedim ama kıymadım. Birkaç saat sonra sesini duyduğumda duygularım karma karışık, yüreğim ağzımdaydı sanki. Ondan sonraki geçen senelerde hep babamı kaybetmek korkusuyla yaşadım. Üstelik bu duygularımı herkesten gizleyerek…
Gel zaman git zaman. Alına yazılan silgiyle silinmiyor ki. Emir büyük yerdendi boyun büktük. Herkes gibi babamda burada görevini tamamladı ve gitti. Ve ben rüyamda gördüğüm yerdeydim.
Aynı bank, aynı insanlar ve eski cami Hacı Bayram Veli avlusu. Etrafımda babamın dostları… Herkes teselli etme telaşında. Herkes son görevini yapma çabasında. Acım rüyamdakinin aynısı… Alevimin rengi aynı, sızısı aynı… En kederli anda dost omzuna muhtaç olmak…
Ben bu dostu babamı kaybetmeden bir yıl önce tanıdım. İlk gördüğümde paniklemiştim. Tanıyordum ama kim olduğunu bilmiyordum. Üstelik nereden tanıdığımı da hatırlamıyordum. Her karşılaşmamızda yüzüne bakarak hatırlamaya çabalıyordum. Ama nafile. Buna rağmen içimde ona karşı hep saygı, sevgi, minnet beslemiştim. “Ben sizi tanıyorum ama nereden?” diye de soramamıştım. O benim gönlümde sebebini bilmediğim, saklı bir nefesti.
Ta ki cenaze merasimine kadar… Kalabalık arasından sıyrılarak aynı rüyamda gördüğüm gibi lacivert takım elbisesi, mavi gömleği ve elinde bir şişe suyla bana doğru geliyordu Dursun Kuveloğlu. Sanki sahne tekrarlanıyordu. Oturduğum banktan ayağa kalktım, birkaç adım atarak ona doğru yürüdüm. Sanki o da bu sahne tekrarını biliyormuş gibi gördüklerimin aynısını yapıyordu. Başımı omzuna koydum. Kaç saniye, kaç dakika, kaç zaman aralığı öyle kaldım bilmiyorum. Bildiğim onca akraba, onca insan arasında üzüntümü kederimi düşünmeden doludizgin ona anlattığımdır. İçini çekti. Yıllar önce babasını kaybettiğini ve benim acımı çok iyi anladığını söyledi. Elinde ki suyu bana uzatarak sakin olmam gerektiğini öğütledi. Ve sonra kalabalık arasında kayboldu. O sudan aldığım her yudum içimdeki ateşi hiç sönmeyecek olan eylül közüne döndürdü.
Rüyamdaki ilk tanışmamın üstünden yedi yıl geçti (2017 Temmuz itibariyle). Zahirdeki tanışıklığımız ise üç yılı biraz aşıyor (2017 Temmuz itibariyle). Hikmetteki sırra aklım ermese de böyle güzel bir insan olan Dursun Kuveloğlu’ nu yıllar öncesinden bana müjdeleyen Allaha şükrediyorum.
Kişiliğindeki muhteşemliği bir tarafa bırakıyorum. Mesele benimle olan kısmında… Belki o da tanışmadan önce tanıştığımızı hissediyordur… Belki de maveradan beri biliyoruz bir birimizi kim bilebilir? Ki bana karşı her an kırılabilecek, incinecek billur bir tane gibi muamele ediyor. Bende öyle. Yokluğunu hemen hissederim. Başarısıyla övünürüm. Sanki o olmasa her yer sessiz kalacak gibi. Uzun aralıklarla görsem bile, çok az konuşsak bile, o bir yerlerde ya yeter bana. Dost olan insanın canında kanıdadır, rüyasında, hakikatindedir. Her an yanında olmasa ne çıkar.
Sağ ol hakiki dost, usta kalem, kıymetli yazar arkadaşım, gönülden sayıp sevdiğim Dursun Kuveloğlu. 13.07.2017 BAHÇELİEVLER/ANKARA SAAT:00.11