Pazarcı iri yarı ve oldukça da şişmandı. Hareketleri birbirinin tekrarı niteliğindeydi. Tezgâhını sebze ve meyvelerle dolduruyordu. Müşterilerine, aynı kelimelerden oluşan üç cümleyle sesleniyordu. Söylediklerinde gerçek payı vardı ve bir hayli ilgi çekiciydi.
İri yarı pazarcı, umut doluydu ve yaşama duyduğu sevgiyi kaybetmemişti. Müşterinin duygularının farkındaydı. Bunu insanların yüzünden okuyordu. Kolay değil kırk sene, yaz ve kış demeden, tezgâh başında olmak.
Çelişkilerin insanları vurdumduymaz yaptığı devri yaşıyorduk. Yapılanlara aldırmaz olmuştuk. Pazarda kim kime havası esiyordu. Umutların tükendiği anlardan biriydi. Soluk alamadı, gelen yaşlı bayana dikkat kesildi. Tepelere çıktı, meyve bahçeleri aradı. Ürkütücü bir sessizlik kapladı çevresini.
Orta yaşlı bayan sarsak adımlarla yaklaştı. İri yarı pazarcının bedeni ve ruhu birbirinden ayrılır gibi oldu. Bayan elma ve portakalın fiyatını sordu. Pazarcı fiyat levhasını kaldırdı ve tekrar gazetenin arasına koydu. Bayan o halde ikişer kilo verir misin? Dedi.
İri yarı pazarcı kimseye aldırmıyor ve üç cümleyi söylemeye devam ediyordu. Kül renkli bulutlar doğuya kayarken, açıkçası bir hareketlenme başlamıştı. İri yarı pazarcı rüzgâr çıkacak, dedi. Batmakta olan güneş ayın görünmesine izin verecekti. Davul ve zurna sesleri pazara bir ara hâkim oldu ve o sesler bir süre sonra kesildi.
Pazarcı müşteriden bir aralık buldu ve bir ekmeği ortasından yardı. İçerisine peynir, tereyağı ve sucuk koydu. Ekmeğe öyle ısırdı ki ekmek anında küçülmeye başladı. Tezgâha biraz daha yaklaştım. “Kayısı” dedim. Yüzümü ekşittim. Yiyemez miyim? Diye sordu. Yiyebilirsin ama senin mideni bile düzlemez, değil doymak, dedim. Nerede ise yarım saat güldü. Ekmek kalmadı, dedi.
Ekmeğin beş dakika içerisinde geliyor, dedim. Az sonra hanım geldi ve aldığı ekmeği ona verdim. Pazarcı, çocuğa peynir tereyağı ve sucuğu aldırdı ve ikinci ekmeği de aynı iştahla yedi. “Gözlerim açıldı,” dedi.
İri yarı pazarcıya sormadan bir şey almazdım. Meyvelerin hangisi olgun, ondan almak istiyorum. Hiçbiri olgun değil, dedi. Pazarcıya biraz önce yaşlı bayana niçin fiyat listesini gösterdin ve tekrar gizledin? diye sordum.
Pazarcı biraz eğildi ve kulağıma doğru, gururu incinmesin, ödeyerek aldığını zannetsin, diye dedi. Meyvelerin kilosu 30 lira iken ona beş lira gösterdim.
Kayısı yerine şeftali verdi ve hazırlandım. Hanım geldi iyi günler diyecektim ki genç bayana bir bağ lahana ve iki bağ ıspanak hazırladı. Yarım saat sonra gel, dedi. Pazarcıya baktım ve anladı, genç bayanın isim benzerliğinden beyini içeri atmışlar. Mahkeme devam ediyormuş, iki küçük çocuğuyla açıkta kalmışlar. Ekmek almaya durumları yokmuş.
Günün sonunda ne kalmışsa ona iki paket yapıyorum. Onlara kızım gibi bakıyorum, dedi. Orta yaşlı bayanın da çocukları üniversite mezunuymuş fakat tayinleri çıkmıyormuş.
Genç bayanı oğluyla evine sebzeleri gönderir ayrıca para da verirmiş.
İri yarı pazarcıya “Allah razı olsun,” yaptığın iyiliğin farkında mısın? Dedim. “Balık bilmezse Halik bilir,” dedi. “Türk insanının hasletleri,” dedim.
Pazarcı elimde kalan hiçbir ürünü depoya götürmem. Pazar yerinde dağıtırım. Alışveriş yapanlardan bazıları fazla para verirler ki alamayanları biliyorsun, gururunu incitmeden onlara ucuz meyve verirsin, diye.
Hasan TANRIVERDİ