Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Cuma, Aralık 5, 2025
  • Giriş Yap
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Anasayfa Yazarlar Arzu KÖK

Para ve Okul

Arzu KÖK Yazar Arzu KÖK
21 Eylül 2015
Arzu KÖK
0
400
Paylaşma
5k
Görüntülenme
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Anne, evlerde temizlikte

Baba, bir inşaat işçisi

Çocuklar okuyor

Biri liseye başlamış. Neyse ki Anadolu Lisesini kazanmış. Yoksa İmam Hatip’e gitmek
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.

Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.

İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor.

Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.

Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.

Parayı veren eğitimi görür.

Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.

Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?

Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor.

Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?

Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı.
Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için.

Eğitim giderek yozlaştırılıyor.

Paralı hale getiriliyor.

Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor.

Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır.

Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.

“Bir varmış bir yokmuş”  ile başlardı masallarımız. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” ile devam ederdi. O zamanlarda bebekler dalgalarda boğuşmak zorunda kalmaz, kıyılara vurmazdı. Çocuklara kurşun işlemezdi. Şimdi ise tersine döndü her şey.

Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey.
Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?
Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.

Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi.  Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.

Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır  “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.

“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan.

Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz.  Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …

Anne, evlerde temizlikte

Baba, bir inşaat işçisi

Çocuklar okuyor

Biri liseye başlamış. Neyse ki Anadolu Lisesini kazanmış. Yoksa İmam Hatip’e gitmek
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.

Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.

İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor.

Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.

Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.

Parayı veren eğitimi görür.

Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.

Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?

Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor.

Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?

Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı.
Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için.

Eğitim giderek yozlaştırılıyor.

Paralı hale getiriliyor.

Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor.

Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır.

Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.

“Bir varmış bir yokmuş”  ile başlardı masallarımız. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” ile devam ederdi. O zamanlarda bebekler dalgalarda boğuşmak zorunda kalmaz, kıyılara vurmazdı. Çocuklara kurşun işlemezdi. Şimdi ise tersine döndü her şey.

Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey.
Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?
Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.

Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi.  Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.

Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır  “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.

“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan.

Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz.  Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …

Anne, evlerde temizlikte

Baba, bir inşaat işçisi

Çocuklar okuyor

Biri liseye başlamış. Neyse ki Anadolu Lisesini kazanmış. Yoksa İmam Hatip’e gitmek
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.

Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.

İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor.

Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.

Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.

Parayı veren eğitimi görür.

Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.

Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?

Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor.

Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?

Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı.
Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için.

Eğitim giderek yozlaştırılıyor.

Paralı hale getiriliyor.

Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor.

Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır.

Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.

“Bir varmış bir yokmuş”  ile başlardı masallarımız. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” ile devam ederdi. O zamanlarda bebekler dalgalarda boğuşmak zorunda kalmaz, kıyılara vurmazdı. Çocuklara kurşun işlemezdi. Şimdi ise tersine döndü her şey.

Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey.
Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?
Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.

Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi.  Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.

Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır  “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.

“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan.

Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz.  Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …

Anne, evlerde temizlikte

Baba, bir inşaat işçisi

Çocuklar okuyor

Biri liseye başlamış. Neyse ki Anadolu Lisesini kazanmış. Yoksa İmam Hatip’e gitmek
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.

Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.

İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor.

Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.

Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.

Parayı veren eğitimi görür.

Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.

Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?

Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor.

Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?

Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı.
Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için.

Eğitim giderek yozlaştırılıyor.

Paralı hale getiriliyor.

Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor.

Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır.

Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.

“Bir varmış bir yokmuş”  ile başlardı masallarımız. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…” ile devam ederdi. O zamanlarda bebekler dalgalarda boğuşmak zorunda kalmaz, kıyılara vurmazdı. Çocuklara kurşun işlemezdi. Şimdi ise tersine döndü her şey.

Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey.
Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?
Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”

Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.

Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!

Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”

Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?

Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi.  Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.

Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır  “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.

“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan.

Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz.  Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …

Paylaş
Etiketler: barışBir Varmış!... - Arzu Kökkurşunmasalöksüzşehitterörle savaşyetim
Önceki Yazı

Daha Yeşil Bir Dünya İçin

Sonraki Yazı

Aşk Melekler ve Kelebekler Ümmiye Yılmaz Erçevik

Arzu KÖK

Arzu KÖK

İlişkili Yazılar

Arzu KÖK

Kökleri Unutmak.

07 Aralık 2021
5k
Anı / Günce

Kökleri Unutmak…

11 Eylül 2021
5k
Arzu KÖK

Gençlerden Mesaj!

18 Mayıs 2021
5k
Arzu KÖK

Şaşırmak…

09 Mayıs 2021
5k
Sonraki Yazı

Aşk Melekler ve Kelebekler Ümmiye Yılmaz Erçevik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Trendler
  • Yorumlar
  • En son
Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

22 Mart 2019
Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

24 Ocak 2016

Yok Saymak

28 Mart 2020

Yıldızname Baktırmak Günah mı…Günah…

09 Haziran 2022

Keltepen’in Taşları /Şu Akkuşun Gürgenleri

18 Nisan 2020
Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

21 Eylül 2022

Tüketicilerin Süt Tozu Dilekçeleri!

97

Fethullah Gülen’e 19 Soru

72

Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın

70

İslâm Dışı Bir Uygulama: Çocuk Sünneti…

45

Gıda Mühendislerinin Petek Ataman’a Çağrısı

40

Şarkı Sözü Alan Var mı?

39
Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

05 Aralık 2025
Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

05 Aralık 2025
Ve Bilirsin

Ve Bilirsin

05 Aralık 2025
Yaşlı Adam Yanıyor

Yaşlı Adam Yanıyor

05 Aralık 2025
Yörüklerin Harika Öğütleri

Yörüklerin Harika Öğütleri

05 Aralık 2025
Sen veya Sizlere

Sen veya Sizlere

04 Aralık 2025

Köşe Yazarları

Türkiye Deprem Haritası

 

Ayın Sözü

Lütfen Duyarlı Olalım!

de, da vb. bağlaçlar ayrı yazılır.

Cümle bitişinde noktalama yapılır. Boşluk bırakılır, yeni cümleye büyük harfle başlanır.

Dilimiz kadar, edebiyatımıza da özen gösterelim.

Arşiv

Sosyal Medya’da Biz

  • Facebook
  • İnstagram
  • Twitter

Entelektüel Künyemiz!

Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.

Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.

Yayın Kurulu

Kent Akademisi Dergisi

Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management

Ayın Kitabı

Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,

Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.

Gazetemiz TİGAD Üyesidir

YAZAR PORTAL

JENAS

Journal of Environmental and Natural Search

Yayın Referans Lisansı

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Bilim & Teknoloji

Eğitim & Kültür

Genel Eğitim

Kişisel Gelişim

Çocuk Gelişimi

Anı & Günce

Spor

Kitap İncelemesi

Film & Sinema Eleştirisi

Gezi Yazısı

Öykü Tefrikaları

Roman Tefrikaları

Röportaj

Medya

Edebiyat & Sanat

Sağlık & Beslenme

Ekonomi & Finans

Siyaset & Politika

Genç Kalemler

Magazin

Şiir

Künye

Köşe Yazarları

Yazar Müracatı

Yazar Girişi

Yazar Olma Dilekçesi

Yayın İlkeleri

Yayın Grubumuz

Misyon

Logo

Reklam Tarifesi

Gizlilik Politikası

İletişim

E-Posta

Üye Ol

BİLGİ, İLETİŞİM, SANAT ve MEDYA HİZMETLERİ YAYIN GRUBU

 INFORMATION, COMMUNICATION, ART and MEDIA PUBLISHING GROUP

© ICAM Publishing

Gazetemiz www.yazarportal.com, (Yazarportal) basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Yazıların tüm hukuksal hakları yazarlarına aittir. Yazarlarımızın izni olmaksızın, yazılar, hiç bir yerde kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta

© 2008 - 2021 Yazar Portal | Türkiye Interaktif Köşe Yazarı Gazetesi

Yeniden Hoşgeldin

Aşağıdan hesabınıza giriş yapın

Şifrenimi unuttun?

Parolanızı alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş yap