Sivas’ın MÖ 2000 yıllarına dayanan bir geçmişi olmasına rağmen 1413 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş ve Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir şehirlerini kapsayan geniş bir eyalet merkezi olmuş.
Milli mücadele tarihinde ise 4 Eylül de Atatürk’ün Başkanlığında Sivas kongresi yapılarak Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri Sivas’ta atılmıştır. İlk Cumhuriyet Sivas Cumhuriyetidir. Sivas’ın ismi rivayetlere dayanır. Bir rivayete göre ulu ağaçlar altında kaynayan üç pınar varmış biri Yaradan’a şükür, Ana babaya minnet ve küçüklere şefkat bu üç pınara Sipas suyu denmiş ve iskân edildiği dönemde bugünkü Sivas’a o zaman Sipas ismi verilmiştir. İkinci rivayete göre ise Selçuklu lehçesine göre üç değirmen manasına gelen Sebast kelimesinden gelmiş ve zamanla halk dilinde Sivas olarak yerleşmiş. Bize göre halk dilinde oluşan esastır. Sivas bir Ozanlar diyarıdır. Sivas denilince akla Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Hasana Hüseyin , Nurettin Sarısözen,
Feyzullah Çınar, Zaralı Halil, Nuri Demirağ, Abdullah Papur ve Sefil Selimi gelir. Bugün her sazın telinde her sanatçının dilinde bu ozanların eserleri vardır ve var olmaya devam edecektir. Ülkemizin hangi köşesine giderseniz gidin mutlaka Sivas’ın kokusunu duymak Sivas’ın malzemesini bulmak mümkündür. Nuri Demirağ Ülkemize kurduğu demir yolları ile M. Kemal Atatürk tarafından bizzat Demirağ soyadı verilmiştir. Nuri Demirağ aynı zamanda ilk Havacılık olayını ülkemize kazandıran ender isimlerden biridir. Her evin mutfağında her binan tabanında Sivas’ın Madeni vardır. Ancak Sivas ve Sivas halkı Devlet’ten hak ettiği biçimde ilgi görmemiş yatırım bölgesi haline getirilmemiştir. Özellikle aydınlık yüzü karartılarak gerçek Sivaslı’lar yerinden yurdundan edilmiş ve farklı bölge halkı yerleştirilerek Sivas’ın Cumhuriyetçi, laik damarlarında gericilik şırınga edilmiş ve Sivas’ın Sivas’ın üstüne 2 Temmuz 1993 yılında isten dumandan görünmeyen bir kara çarşaf örtmüştür.
Geçmişte Sivaslı olmak bir ayrıcalık olmakla birlikte şimdi Sivaslı olduğunu söylemek nerdeyse yangınla özleşmek haline geldi. Oysa yıllardır Sivas’ta tüm mozaikler tüm farklı kimlikler, tüm farklı inançlar hep birlikte musahipçe yaşadılar. Ozanlar tüm eserlerinde sevginin, kardeşliğin, dostluğun devamlı olması adına eserler ürettiler kimse ayrılıktan, gayrılıktan bahsetmedi. O halde Sivas’ta kim kimler bu fitili ateşledi. 28 yılın ardından bu soru cevap bulmadı. Gerçek organize ortaya çıkarılmadı. Çıkarılamadı diyemiyorum. Çünkü bugün bakıyoruz ne özür dileyen var ne de yüzü kızaran, üstüne üslük Madımak oteli bir utanç müzesi olması gerekirken ne yazık ki bir kebap salonu haline getirilmiş ve insan eti yenmiş yerde şimdi birileri iştahla hayvan eti yiyor. Daha da acı olanı, Sivas’ı yakanların adları, şehitlerimizin adına ekleme yapıldı. Ağla Sivas Ağla.
Konuklarını koruyamadın ya, sana ozanlar diyarı diyebilir miyim bilmiyorum ama Ağla Sivas Ağla.
Sivas’ın gözyaşlarını dindirecek tek bir şey var o da Madımak Oteli denilen yerin acilen bir Utanç Müzesi haline getirilmesidir. Şimdi bu görev başta bizlere düşmekte her yerde, her platformda bunu dile getirmek gibi önümüzde çok insani bir görev durmaktadır.
Çünkü Sivas Cehenneminde toptan da yananların yürekleri asla kirlenmedi.
Hasan Hüseyin Korkmazgil bir dörtlüğünde şöyle der. “ Bu madeni Divriği dağlarından ben söktüm ulan ben söktüm, bu namlu Divriği Demirinden. Ben döktüm ulan ben döktüm, Bu ak bileklerde kapkara kelepçe ben dövdüm ulan ben dövdüm”.


















