Ouroboros, genellikle kendi kuyruğunu ısıran halka şeklini almış bir yılan ya da ejderha olarak resmedilen bir semboldür. Kelime Yunancada kuyruğunu yiyen anlamındadır.
Sembolle ilk karşılaştığımda yirmili yaşlarımın ortalarındaydım. 1994 Film festivalinde izlediğim “Nostradamus”,” Simya” ve “Sır” kelimeleriyle aynı anda tanıştığım için bana her zaman bu üçlüyü hatırlatır. Ancak, hayatın telaşında işareti bir kenara bıraktım ve yoluma devam ettim. Yıllar sonra mesleki bir projede karşıma çıktığında araştırmaya başladım.
Kendi kuyruğunu yiyen ejderha ya da yılan kavramının izi MÖ 1600 lerde Eski Mısır’a kadar sürülüyor. Bu kavrama Ouroboros ismini veren Yunan filozoflarına ulaşmadan önce, Eski Mısırdan Janus (Roma mitolojisinde başlangıç ve bitişlerin tanrısı) için bir sembol olarak kullanıldığı Phoenicia(Fenike)’ye geçmiş. Sembol Norveç mitolojisinde de yer alıyor. İsviçreli psikolog Carl Jung Ouroboros’u bir arketip ve simyanın temel Bütünleyicisi (mandalası) olarak görmüş ve Jung aynı zamanda Ouroboros ile simyanın ilişkisini tanımlayan ilk bilim insanı. Platon, evrendeki ilk yaşayan şeyi kendi kendini yiyen sirküler bir varlık olarak betimlemiş: Bir ölümsüz, mükemmel olarak oluşturulmuş hayvan. Yaşayan varlığın yaratılışındaki tasarı nedeniyle, kendi artığı onun besinini sağlıyor, bütün yaptığı ya da çektiği acı kendi içinde, kendi tarafından meydana getiriliyor. Özetle Ouroboros doğudan batıya, kuzeyden güneye birçok kültürde görülmüş bir felsefenin imgesi: Yaşam ve ölümün, iyi ve kötünün sonsuz döngüsü. Evrenin dengesi.
Bilgiyi zihninize aldıktan sonra onunla ne yaptığınız, nasıl yorumladığınız ve hayatınıza nasıl kattığınız çok önemlidir. Aynı ailenin, aynı okul, sınıf ve öğretmenlerin elinden aynı şeyleri öğrenerek çıksak bile, her birimiz zekâmız, aklımız ve yeteneklerimiz doğrultusunda farklı sonuçlara ulaşırız. Yaşam yolumuzda ihtiyaç duyduklarımızı büyütüp geliştirirken bazen de hiç kullanmadığımız bilgileri hafızamızın tozlu çekmecelerinde unutulmaya bırakırız.
Sonra bir gün bir sohbette, bir kitapta, bir resimde işareti görürüz. Aşina olduğumuz harfler, kelimeler zıplar zihnimizde… Çekmeceler açılır, merak harekete geçer ve anlam kendini hatırlatır. Geliyorum hazırlan der…
Evrenin bizimle konuşurken “özel bir dil” kullandığını bilen tek kişi değilim. Çevreme karşı duyarlı ve işaretlere çok dikkat eden biriyimdir. Bazen mesajı çözer ve kendimi hazırlarım. Bazen de direk akışta yakalarım onu…
İşaret karşıma geçen hafta son çıktığında sevdiğim bir varlığa veda ederken, yepyeni bir tanesine kucak açtım. Bir ölümün vedasında hüznü, bir yaşamın merhabasında sevinci yaşadım…
Gidene ölümü gelene yaşamı anlamlandırdığı için şükürler olsun…
İşte iyi ve kötünün, karanlık ve aydınlığın, yaşam ve ölümün dansı…
Dengeyi bozmadığımız sürece huzur hep bizimle…
Ey insanoğlu!
İnsanın kalbinde, her gün iki kurt arasında korkunç bir savaş vardır:
Sadece bir kurdu beslemeyin, her ikisi de gerekli…
Âlim de sensin zalim de… Zekân ve gücün iyilik için olsun!
Zehir de sensin, panzehir de… Derdin de dermanın da yaşatmak adına olsun!



















