Ben size bu yazıda on yıllardan beri halktan gizli tutulan gerçekleri anlatacağım, ancak ondan önce sorgulanmayan organ bağışının nereden ve ne zaman başladığını anlatmak gerekli.
03.12.1967’de Güney Afrika Cape Town kentindeki GrooteSchuur hastahanesinin Güney Afrikalı cerrahi Christiaan Barnard 9 saatlik bir operasyon sonucunda hastahanede ölen 25 yaşındaki Denise Ann Darvall’in kalbini 57 yaşındaki Yahudi manav Louis Washkansky’e naklediyor; kalp nakli yapılan adam sadece 18 gün hayatta kalıyor; kalp nakli yapan Güney Amerikalı doktor başarısız olmasına rağmen dünyaca ünlü oldu. Daha sonra ABD de bir çok kalp nakli yapıldı hepside başarısız oldu.
Basın yoluyla kamuoyuna sürekli baskı yaparak burada bir tabunun kırıldığını görüyoruz, zamanla artık her ülkede organ nakli yapılarak rutin hale gelmiştir. Düşünün sevgi, duygu belki de ruhun oturduğu yerin bir başkasına değiş-tokuş etmek artık neredeyse hayatın bir parçası haline gelmiştir.
Allah emrediyorsa günü geldiğinde ölmem gerekiyorsa ölürüm, bunun lamı cimi olmaz, ölümün de bir şerefi haysiyeti vardır; ama bu ne biçim anlayış ne biçim ahlaktır ki sürekli insanları organ bağışı yapmaya teşvik ediyor.
Düşünün siz 70 yaşında diyaliz bağımlısısınız, 25 yaşında gencecik bir fidan kaza geçiriyor, burada beyin ölümü gerçekleşmiş diye onun böbreklerini getirip size takıyorlar. Ben böyle birşeyi kendim için asla istemem.
Açıkça ölü olarak beyan edilmeyen vücuttan organları çıkarırken yasal sorunları önlemek amacıyla 1968 de Harvard’dan “Ad-Hoc comite” adlı özel bir kurul tarafından beyin ölümü kriterleri icad edildi. Komite üyeleri ayrıca bu tamamen tıbbi olan konuda avukat ve din adamları (teologları) kullanarak öldürmenin daha doğrusu vahşetin önündeki yasal engelleri ortadan kaldırdılar. Bu amaçla derin bir komada olan insanlarda kişinin çoktan öldüğü ve dolayısıyla insanın öleceği kabul edildi.
Allah’ın daha öldürmediği bir insanı burada çok açık bir şekilde öldü diye bize yutturup organlarını alıp bir başkasına takıyorlar; daha önce cinayet olarak bilinen bir gerçeği böyle bir sahtekarlıkla legalleştirdiler, insanı öldürmek için bir lisans yaratıldı. Sistem böylelikle insan vücudunu artık bir hammaddesi kaynağı olarak görüyor, insanlar artık arabalarda olduğu gibi bir yedek parça olarak görüyor. Harvard düzenbazları burada hile ile beyin ölümü kriterlerini icat etmişler, bu tanımla tıp caiz gördüğü 30 ayrı beyin ölümü kriterlerini uyguluyor, amaç böyle bir vahşetle daha ölmemiş insanın organına ulaşmaktır. Her ülke kendine göre kriterler koymuştur; örneğin Almanya’da bir erkeğin beyin ölümü gerçekleşti tanımı yapıldıktan sonra 17 ayrı hareket yapması onun organlarını almak için yeterli oluyor, bir kadın için konulan hareket kriteri 14’tür. Daha ölmemiş ancak sözde beyin ölümü gerçekleşmiş bir insanın davranışları da Lazarus sendromu diye adlandırıyorlar:
“Lazarus Sendromu, başarısız geçen bir kalp masajı sonrasında dolaşım sisteminin kendiliğinden hareket kazanması sonucunda vakanın olağanüstü beden hareketlerinde bulunmasına verilen isimdir. Lazarus Sendromu, adını Hz. İsa’nın öldükten sonra tekrar diriltilmemesine vesile olduğu Lazarus adındaki bir adamdan alır.”
Düşünün sizin bir yakınınız seveniniz halâ ölmemiş hatta hareket bile edebiliyor, ancak Harvardın sahtekarları koymuş olduğu beyin ölümü kriteri adı altında onun organlarını acımasız bir şekilde alıp bir başkasına takabiliyorlar, bu cinayet değil de nedir? Buna siz sözde modern insanın yaptığı yamyamlıkta diyebilirsiniz, insan organını böylesi dolandırıcılıkla nakleden bir topluluğa artık medeni denmez. Hastahaneler organ sağlamak için primler ile donatılmıştır, bu konuda din adamlarını da çok zekice kandırmışlar.
Organı vücuttan alınıp sökülen bir insan çok aşırı terliyor, adrenalini yükseliyor, böyle belirtiler kişinin acı çektiğini gösteriyor. Ben İslam dinimizin böyle birşeye müsaade etmeyeceğine kesinlikle inanıyorum; diğer dinlerin de böyle birşeye müsaade etmeyeceğini düşünüyorum. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bu olaya alet edilmiştir, diyanet bu vahim hatadan çok çabuk dönmeli.
Çin’de idama mahkum olmuşlara sormadan hava alanlarından bütün organları alınıp batılı devletlere satıyorlar, batılılar sözde insan hakları için kendilerini yırtıyorlar ama her gün Avrupa ve Amerika’nın hastahanelerinde kesin ölmemiş insanların organları başkalarına takılıyor.
Bağış adı altında yapılan organlar gerçek anlamda bağış değildir, bu düpedüz yalandır. Organları alınan insanların %95′ inin onayı alınmadan alınıyor, oysa bağışı kişi kendisi yapar. Sistem organı alan kişinin akrabalarını baskı altına alarak ve kandırarak bunu yapıyor.
Burada bütün insanlara çağrıda bulunmak istiyorum, kesinlikle organ bağışı yapmayın; sistemin yalanlarına uymayın ve cinayete ortak olmayın.
Ayrıca bilinmesi gereken gerçek şudur ki sayısız sözde beyin ölümü gerçekleşmiş insanlar daha sonra ayağa kalkmıştır, en somut örnekte 2008 de İngiltere de gerçekleşmiştir. Hastahane de kaza sonucu sözde beyin ölümü gerçekleşmiş bir İngiliz’in organlarının alınması bir fiyaskoya dönüşüyor, ameliyat hazırlıkları uzun sürdüğünde hasta aniden ayağa kalkıyor, bu kişi daha sonra Oxford’da okuyor. Ayrıca Wioletta adında Polonyalı bir genç kızın kaza sonucu beyin ölümü gerçekleşmiştir diye uyduruyorlar; bu genç kızda cellatlardan ailesi sayesinde kurtuluyor, 2009 senesinden bu güne evlidir. Wioletta ile ilgili kısa bir belgesel hazırlanmıştır, isteyen aşağıda vereceğim youtube kanalında görebilir.
Organ bağışı alan kişiler eski yaşam kalitesine kavuşamazlar, bunlar bu konuyu konuşmaktan da çekinirler. Bu kişilerin hayatları son derece kısıtlıdır; vücudun organı kabul etmesi için günde en az elli tane ilaç içmek zorundalar. Organ alanlar İmmünosupressif ilaçlarını alıyorlar, bu ilaçların da yan etkileri vardır; özellikle bağışıklık sistemini çökertiyor, o kişi ne kadar yaşarsa o ilaçlara bağımlı kalmak zorundadır.
İspanya İtalya Portekiz ve Avusturya da kaza yapıp ve sözde beyin ölümü gerçekleşmişse kimseye sormadan organları alıp bir başkasına takarlar, buna karşı çıkmak için önceden bir itiraz dilekçesi yazmak gerekir, Almancada “Widerspruchsrecht” deniliyor, ancak turistler için ailelere sormak zorunluluğu vardır. Organ bağışı ile ilgili yasal hükümlerin, ülkeye bağlı olarak isimleri faklılaşabiliyor; ilgili olanlar bunu araştırmalılar.
Şimdi bu tabuyu tam tersine kırmak zorundayız, çünkü işin içinde çok korkunç bir can pazarı ve sahtekarlık söz konusudur, ayrıca devlet desteği vardır. Sistem insanları öyle muhtaç hale getirmiş ki her yıl binlerce insan Asya’dan Avrupa’ya kaçmak için ya da geçimini sağlamak için böbreklerini satıyor, hatta facebook üzerinden borcunu ödemek karşılığında karaciğeri için ilan verenler vardır. Bizler eğer Müslüman toplumsak ve Müslümanlığa zerre kadar saygımız varsa bunun neresi Müslümanlık? Neresi insanlık diye sormak zorundayız? Böyle bir vicdansızlığı nasıl kabul edebiliriz?
Bu yazıda bahsetmediğim bazı detaylar da vardır, özellikle organ mafyası başlı başına bir sorundur, ayrıca zenginsen organ alımı konusunda daha hızlı bir şekilde listenin başına geçersin.
Sonuç olarak organ bağışı Türkiye’de kesinlikle yasaklanmalı; devletimiz bu vahşete son vermeli. Ülkemiz böyle bir adım atarsa bu dünyaya da çok iyi bir örnek olacaktır.
Kaynaklar:
file:///C:/Users/SONY/Documents/B%C3%BCcher%20als%20PDF/Organewahn.pdf
Video: