Bir itiraz sesi yükseldi.
Tanrı konuşturuyordu onu.
Tarih boyunca hür yaşamış; esareti, köleliği asla kabul etmemiş bir milleti başka bir milletin hegemonyasında,
Kurtulsun da nasıl kurtulursa kurtulsun demek gaflet değilse ihanetin ta kendisiydi.
Kimisi de Mısır gibi olalım İngiliz’in kanatları altına sığınalım diyordu.
O “Esir gibi yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim” diyordu.
Bir şey daha diyordu:
“Hattı müdafaa yok sathı müdafaa var. O satıh bütün vatandır.”
Bu parolayla yola çıktı.
İngiliz gemilerinin arasından geçerek Bandırma Gemi’sinin güvertesinde on sekiz arkadaşına dönerek:
“Biz Anadolu’ya gidiyoruz.
Oraya sadece silah ve cephane değil imanımızı ve irademizi de götüreceğiz. Bu alçaklarda geldikleri gibi gidecekler” diyordu.
Aynı günlerde Babıali yokuşunu çıkarken bir gazeteci bağırıyordu:
“Ayasofya ya çan takacaklarmış”
Oradan geçen bir hamal da kendi kendine söylendi:
“Taksınlar da görelim”
Karaköy de bir kahve:
Cafer bir ara pencereye çıktı.
Baktı ki Sarayburnu’na doğru İngiliz gemileri topun namlusunu Topkapı’ya çevirmiş bir vaziyette geliyorlar.
Beyninden vurulmuşa döndü. Gözü kan çanağına döndü. Çakmağını cebinden çıkardı bir sigara yaktı.
“Ben size gösteririm dedi” kapıyı hızla çekip kayboldu.
Karadeniz’in dalgalı mavi suları yine mavilerin mavisi bir çift gözle dertleşe dertleşe Samsun Liman’ına demir attı.
Günlerden on dokuz mayıstı.
Türklüğün makus talihinin yenildiği gündü.
Dediğini tuttu.
O günü ON DOKUZ MAYIS GEÇLİK VE SPOR BAYRAMI ilan etti.
Kutlu olsun.






















