Akçay merkeze kadar yürüyüş sonrasında sahile uzanmış çay bahçelerinden birine geçip oturdum. Garsondan bir şişe su söyledikten sonra denize uzandı bakışlarım. Deniz göğün ılık mavi rengini yansıtıyordu. Gözlerim içti o maviliği.
Martılar sessizdi. Kırlangıçlar göç yorgunu çığlıkları göğü renklendirmekteydi. Doğanın melodisini huzurla dinlerken hemen yan masada ki yüksek sesle sohbet eden çifte ister istemez kulak kesilmiştim.
Konuşan bir erkekti.
“Akçay’a İzmir’deki evimi satarak gelmiştim. O yıllar, Akçay’da evler sudan ucuzdu, alabilirdim. Ama paramı aylık faize vermeyi tercih ettim. Ve Sarıkız mahallesinde iki odalı bir daire kiraladım. Emekli maaşım kira parasını ödüyor, bankada ki paramın faizini yemeye başladım.
Önceleri her şey çok iyiydi. Yeni almış olduğum evimin eşyalarını dahi rahatça ödeyebiliyor, her akşam eğlence mekanlarında feneri söndürüyordum…
Sonrası malum, banka faizleri düştü. Bankada ki ana para pul oldu. O parayla artık ev almazdım.”
Onu dinleyen kadının sesinde gri bir burukluk hissetmiştim.
“Yazık olmuş. Keşke önce ev almış olsaydınız. İzmir gibi bir büyük şehirde ev satmak, Akçay da iki ev demektir. Üzüldüm adınıza. Kiralar şimdi çok yüksek. Emekli maaşınız bile yetmez.”
Adam pişmanlıkla yanıt verir:
“Yetmiyor. Bankada ki paramın yarısını bir arkadaşa borç vermiştim. O da bir gecede buradan taşındı. Şimdi ara ki bulasınız.”
Kadın eliyle ağzını kapatıp şaşkınlıkla konuştu:
“AA, inanılır gibi değil. Dolandırıcıya çatmışsınız. Keşke senet alsaydınız.”
“Onu düşündüm ama güvensizlik hissi oluşmasın, istedim. Evlenecektik…”
Uzun süre bir sessizlik oluşunca merak duygum da yükselmişti. Hafiften başımı çevirdim. Adamı görür görmez göz bebeklerim irileşmişti. Onu tanımıştım!
Devam edecek
Emine Pişiren/ Akçay























