Anımsayalım: Sigmund Freud’un 30 yıldır yanıt bulamadığı bir soru vardı:
” Bir kadın ne ister?”
Sorunun yanıtını öğrenmek istiyor musunuz?
O halde az sonra okuyacağınız anı yazımın içinde yanıtını bulacaksınız.
.
Dün yüzmek için evden çıkmıştım. Sahile giden yolu biraz uzatmak istedim. Böylece yeni bitmiş dükkanlarımızı gündüz gözüyle de görmüş olacaktım.
Tam dükkanımın olduğu alana gelmiştim ki bir kadın sesi duydum. Kadın boğuk boğuk öfkeyle “avaz avaz” bağırıyordu.
“Allah seni kahretsin!”
“Yıllarca sana köle oldum, hâlâ beni aşağılıyorsun!”
“Senden tek bir şey istedim…Tek bir şeyyy!”
Sesin geldiği alana çok yakındım. Şöyle bir göz ucuyla oraya doğru uzandı bakışlarım. Tartışan çift tanıdıktı. Önce duymazdan gelip hızlıca geçecektim ki, adamın öfkeli sözüyle “Zınk!” diye duraksamıştım.
” Şizofren kadın! Sen tam bir ruh hastasısın!”
Ardından;
” Şimdi sana bir çakarım görürsün!”
Yoo, o dakika gitmek, hiç de bana yakışmayacaktı. Adımlarımın rotasını o yöne doğru çevirdim. Yaklaştığımda onlarla aramızda sadece yeşil bahçe çiti vardı. O çiti aşmayı, aklımın ucundan dahi geçirmeyi düşünmedim.
Ee, karı kocanın arasına şeytan dahi girmeye cesaret edememişken; benim ne haddimeydi?!
Adamın sağ eli havaya kalkıktı. Tam kadına şöyle okkalı tokat atmak üzereyken sözüm aralarına kalkan olmuştu.
” Arkadaşım, bu modeller böyledir işte. Ve ben bu filmin aynısını defalarca seyretmiştim..!”
Adam benim bu sözüm üzerine bana doğru öyle öfkeli bir bakış fırlatmıştı ki, ” Sen de nereden çıktın?”der gibiydi…
Görmezden geldim, sadece kadına bakarak;
“Arkadaşım, sen yalnış yapıyorsun. Baksana adam gece gündüz çalışıyor. Sen onun ayaklarına masaj yapıp dinlendireceğine, kalkmış bir alay sözünle kafasını şişirip öfkelendiriyorsun. Hatalısın! Yanlış yapıyorsun…”
Sözlerim üzerine adamın havada asılı kalmış eli yana düşmüştü. Sonra karısına çatık kaşlarla işaret parmağını salladı:
“Seninle hesabım bitmedi daha,” der gibiydi.
Sonra bana döndü:
“Değmez bu şizofrene,” dedi.
Kadın anında _birkaç sözcüğü tokat gibi yapıştırmıştı_ benden aldığı cesaretle:
“Ne hesabı ya, ne hesabı? Asıl sen hesap vereceksin bana! O kadınlara davrandığın gibi bana da aynı davran, dememle mi şizofren oldum ha! Sensin ruh hastası!”
Oy oy oyy!
Adam, arkasını dönüp tam uzaklaşacaktı ki kadının sözleri üzerine öyle bir geri geldi ki korktum!
Kalbimin atışları ağzımda atmaktaydı. Tam sıcak savaşın arasında kalmıştım. Tek sözümle yine onu durdurdum:
“Bana bakın bayım…”
Yarı dönerek bana ” Ne diyeceksen de hele,” gibi bir bakış uzatmıştı. Yüzündeki o öfkeli çizgiler hiç değişmemişti. Aynı anda bakışlarım ikisi arasında gidip gelmişti. Kadının gözlerindeki korkunun içinde ürkmüşlük de vardı!
Aklımdan hızlıca hangi sözcüğü söylesem tam bilememiştim. Dilime gelen ilk yalanı uçurdum o sırada:
“Ben aile terapistiyim. Sizden seans ücreti almayacağım. Ama bir tek şartla…”
Oh beaa!
Başarmıştım. Bu kez her ikisinin bakışları üzerime mıknatıs gibi yapışmıştı. O gözlerde soru sorar arayışları vardı.
“Evet, cidden sizden herhangi bir ücret almayacağım. ”
Tam susmuşlardı. Sözlerimi sürdürdüm:
“Şartım şu… Bana şöyle tavşan kanı bir bardak çay ikram ederseniz…”
Ve adam oradan tam uzaklaştı. Kadın göğsünü tuttuğu ellerini rahatlamış gibi yana indirdi. Yanıma yaklaşıp iki elimi avucuna aldı.
“Ne kadar güzel. Demek terapistsiniz. Haydi gelin size yeni demlemiş olduğum çayımı ikram edeyim.”
Hayat okulundan mezun olmuş kadına kısa örnekler sundum. Öfkeli bir erkeğin kontrolünün aslında biz kadınların elinde olduğunu Victor Hugo’nun tek bir söylemi ile anlatmıştım:
“Öfke, tıpkı kafese kapatılan bir aslana benzer! Kafesin kapısını açtın mı, aslan özgürlüğe doğru kaçar. Ve bir daha asla o kafese geri girmez.”
Kadın sustu…
Kadın anladı…
Kadın ağladı…
Ve dedi ki;
“O beni hiç sevmedi..!”
“Ondan istediğim şeyler fazla değildi ki!”
Ellerini tuttum:
“Neydi istediğin?”
Parmaklarıyla üç sözcüğü sıralamıştı.
İlgi,
Güven,
Sahiplenme…
.
Dikkat edin, asıl istemesi gereken bir sözcüğü katmamıştı.
Sevgi!
.
Bir kadının ayaklarını yerden kesecek o üç duyguda zaten sevgi pusudaydı ki…
Emine Pişiren/Akçay