Yıllardır Sorula gelir: Neden Doğu Ülkeleri Batı Ülkelerinin Gerisinde?
Bu soruya siyaset bilimci ayrı, sosyolog ayrı, tarihçi ayrı, din adamları ayrı ayrı cevaplar verir. Kimisi bunun cevabını doğu insanlarının yeterince çalışkan ve azimli olmadığında bulur. Kimisi dini nedenler üzerinde durur. Kimisi coğrafi koşullardan sorumlu tutar geri kalmışlığı. Ve daha bir sürü nedenler öne sürülür. Gerçekten de bu çok boyutlu bir meseledir.
Aslında bu sorunun cevabı Hz. Âdem’le (as) başlar. Hz. Âdem’le başlayıp birçok meseleden bahsedebiliriz. Peygamberlerden, medeniyetlerden, imparatorluklardan, krallardan, padişahlardan, âlimlerden, dünyayı sarsan olay ve savaşlardan ve daha nicelerinden söz edebiliriz.
Ancak tüm bunları göz ardı edip bir noktaya değinmeye çalışacağım:
Bu mesele Hz. Âdem’le başlar dedik. Onun çocuklarının savaşıdır. Tek derdi Allah rızası ve babasının sevgisi olan Habil’le, maddi hırsları olan, gözünü kan bürüyen, itaat nedir bilmeyen, Allah sözünü hiçe sayan kardeşi Kabil’in mücadelesidir. Bir nevi hakla batılın birbirlerine davasıdır. Bana göre Habil doğu toplumunun temsilcisi, Kabil ise materyalist, emperyalist Batı dünyasının temsilcisidir.
Batı, dünyayı maddeden ibaret sayar. Ruh onlar için arka plandadır, çok da değeri yoktur. Her şeyi madde olarak düşünürler, maddeye hâkim olmak isterler. Gözlerini Kabil misali hırs bürümüştür. Dünya nimeti için kan dökmekten çekinmezler. Madde için durmadan çalışırlar, maddeye sahip olmak isterler. Zenginliklerinin, ileri olmalarının temelinde bu yatmaktadır. Ancak madde olarak ileri giderken ruhen çökerler. Mana olarak harabedirler. Ancak bunun yanında batı kültüründe bilimin başlaması bir kısım din adamlarıyla olmakla birlikte bilimin ilerleyişine birçok kere ket vurduğunu söyleyebiliriz. Enginizasyon mahkemelerinde bilim adamlarının yargılanması buna örnektir.
Batı dünyası tarihten beri bu mesele üzerinde yoğunlaşmıştır. Haçlı seferleri, Yüzyıl Savaşları, İngiliz Devrimi, Reform, Rönesans, Amerikan Devrimi, Fransız İhtilali, Sanayi İnkılâbı hep madde temelindedir. Maddeye hâkim olma mücadelesidir. Arkasından 1. ve 2. Dünya Savaşları, dünyanın Amerika, Avrupa ve Rusya bloklarında soğuk savaşı ise bu çalışmaların sonuçları ve getirileridir. Batı dünyası bir nevi emellerine ulaşmıştır, maddeye hakim olmuşlardır ama geriye dönüp baktıklarında kanlı tarihleriyle karşılaşacaklardır!..
Doğu dünyasına, kendimize baktığımızda göreceğimiz şudur ki; maneviyatını sağlamlaştırmak için maddiyatı pek düşünememiş, madde ve mana muvazenesini kuramamış topluluklar… Habil misali gayeleri Hakk rızası olan bu toplumların, maddeyi arka planda bırakması önüne geçilmez olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Geri kalışının, hor görülmesinin sebebi de buradan kaynaklanmaktadır.
Doğu dünyası ezelden beri mana peşinde koşmuştur. Son Peygamber Hz. Muhammed (sav) yeryüzünü şereflendirdiğinde muvazene başlamıştır. O maneviyatın maddeyle güçleneceğini göstermiştir. Bundan dolayı yaptığı savaşlarda askerlerini genelde ticaret yolları üzerine yerleştirmiştir. Bedir Savaşı buna örnektir. O ki “Yarın ölecekmiş gibi öbür dünya için, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalış” diye buyururken madde-mana muvazenesini tarif edip kurmuştur. O da hayatını bu yönde yaşamıştır.
Hz. Muhammed’in ölümü ve dört halife devrinin sona ermesiyle bu denge git gide bozulmaya, bozulunca doğu toplumları gerilemeye başlamıştır. Ta ki Türk milleti tarih sahnesine Müslüman olarak girene kadar!..
Allah’ın (cc) Maide Suresinin 54. ayetinde Türklere işaret ettiğini birçok müfessir belirtmiştir. Allah bu ayetinde, bir millet getireceğini, bu milletin müminlere karşı mütevazi, düşmana karşı onurlu ve güçlü olduğunu, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmeyen bir millet olduğunu belirmiştir.
Türkler 9. yüzyıldan itibaren boylar halinde Müslüman olmuşlardır. Müslüman oluşlarından önce tek tanrı inancına sahip olan ve İslam diniyle birçok özellikleri örtüşen Türklerin İslamiyet’e girmesi kolay olmuştur. Ve artık Türkler İlay-ı Kelimetullah için İslam’ın yılmaz akıncıları olmuşlardır. Doğu dünyası artık tekrar yükselişe geçmiştir.
Hz. Muhammed’in (sav) kurduğu muvazeneyi Müslüman-Türkler devam ettirmeye çalışmışlardır. Maddeyi manayla değerli hale getirmişlerdir. Selçuklunun canlandırdığı bu muvazeneyi Osmanoğulları zirveye tırmandırmıştır. Artık Doğu dünyası manayla birlikte maddeye hakim olmuştur. Ne zaman ki Türkler düşeşe geçmiş ve bu muvazene bozulmuş Doğu dünyası da geri kalmıştır.
Sonuç olarak Doğu toplumlarının geri kalışı muvazeneyi kuramamalarından kaynaklanmaktadır. Batı Dünyası bu muvazeneyi asla kuramamıştır ama sırf maddenin peşinde koştukları ve maddeye hâkim oldukları için ileri sayılmaktadırlar.
Doğu toplumlarının yükselişiyle Müslüman-Türkün yükselişi paralel olduğu için Müslüman Türk Gençliğinin, Peygamberimizin kurduğu, Osmanlı’nın tekrar canlandırdığı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye’yle tekrar dirilmesi hedeflenen madde ve mana muvazenesinin gerçekleştirmesi gerekiyor.
Müslüman-Türk Gençliğinin bu görevi üstlenmesi mensubu olduğu dinin ve milletin kendine yüklemiş olduğu sorumluluktur. Ve bu gençliğin bu davayı üstlenmekten ve başarmaktan başka yolu yoktur!