Bağımızda olgunlaşan, meyvelerin tablosunu atölyede yapacaktık.
Sevdiğimiz meyveyle, sulu boya çalışacaktık. Elma, armut, üzüm ve ayva getirenler çoğunluktaydı.
İki ayrı meyveyi tabağa koyduk ve boya kaplarını hazırladık. Resim için teorik, bilgimizi kullanarak, kırmızı beyaz elmaların yanında, sarı armudu da obje olarak seçtik.
Elmadaki renk farklılığını gösterebilirsem, başarılı olacağımı zannediyorum. Boyama tekniğini kâğıt üzerine yansıtmaya çalışıyorum. Süreyi de verimli kullanmalıyım.
Elma ve armut, kolay çalışılacak bir objeydi. Çünkü kırmızı ve sarı renkleri en farklı nüanslarıyla kâğıt üzerine aktardım. Beyaz elmanın ışık az veya çok düşen yönlerini belirli hale getirdim.
Çölde dolaşan gezgincilerin su bulması gibi, meyvelerime renklerde çok isabetli karar verdiğim için renkleri, denk düşürdüğüme sevindim. Düzgün fırçam, resimde gür bir ses çıkarıyordu.
Tablo, göz alıcı bir yapıya dönüşmüştü. Ders saati de gelmişti. Zil çaldığında resim kâğıtlarını teslim etmemiz gerekiyordu. Sınıfa göz gezdirdim. Çünkü, çizgisi iyi olan arkadaşla yarışıyordum.
Kabul etmek gerekir ki, arkadaş yetenekliydi. Gerçi biraz tembeldi. Halbuki bir konu üzerinde çalışmak tembellik gerektirmezdi.
Resim kâğıdına göz attığımda gördüğüme inanamadım. Sıra arkadaşıma bahçenizde muz yetişiyor mu? Diye sordum. Arkadaş güldü, yetişmediğini biliyorsun, dedi.
Yine bir anlaşmazlıktan doğan, yanlışlık. Bu yanlışlığı arkadaş öğretmene hatırlattı. Öğretmen yapacak bir şey yok, “Muz, sıfır numara,” dedi.
Öğretmenin sözünü duyunca elmalarım birinci, dedim.
Haftaya kâğıtları sınıfa götürüp yanlışları tek tek inceledi. Resmin tahtaya yapıştırılacak ve notum yükselecekti.
Tablodaki, ışık gölge oyunu kimsede yoktu.
Hasan TANRIVERDİ























