Evi, asri mezarlığın karşısındaydı. Mezarlık, şehrin yeşil alanlarından biriydi. Çam, sedir ve selvi ağaçları görkemli boylarıyla, alanı doldurmuştu.
Ağaçlar arasında; uzun ömürlü ve bir yıllık çiçekli bitkiler, boş yer bırakmamıştı.
İlk ışınlarla perdeyi araladığında, asri mezarlık, üzerine sakinleştirici bir etki yapıyordu. Montaigne’in deneme yazısının birinde, mezarlığa bakan bir odada kalınmasını öğütlüyordu. Böyle bir mekân insanın zihnini dinlendirdiğini ve yaşamdaki önceliklerin, değerlendirilmesini sağladığını öne sürüyordu.
Mezarlığın sakinleştirici etkisini ve ruha kazandırdığı tazelik dönemini bir süre önce yaşamıştı.
Birkaç gün içerisinde, mermer baş ayakların soğuk havasını dondurucu hale getiren, adeta buz kestiren, bir duyum almıştı. Nedenini bilmiyordu fakat etkisinden kendisi de donmuştu.
Olay, asri mezarlığa, saygıyı yitirdi. Böyle bir atmosferde, perdeyi aralamaktan vazgeçti. Gecede lambayı yakmadı. Mezar taşlarının soğukluğu, hortlakla görünmez olmuştu.
Bu durum, asri mezarlığın ziyaretçi ayağını kesti. Selvi boylu ağaçlar ve çiçekli bitkiler artık görünmez oldu. Gül, karanfil, hanımeli ve begonya adını yitirdi.
Mezarlıktaki hortlak, mahallenin uydurması olamazdı. Ortaya atılan bir söz insanları, bu kadar atalarına ait mezarlıktan soğutamazdı. Hortlağın gezindiği bir mezarlık, bugüne kadar, sessiz güzelliğiyle kalplere dolarken, şimdilerde ne olmuştu.
Çocuklar arasında hortlak hikayeleri sürüp gider. Bazı dönemlerde daha da alevlenir. Yalnız bu hikâyelere, yetişkinlerin inanması, nasıl açıklanır bilinmez.
Ailesinin yattığı asri mezarlığa gitmek isteyen, ana ve baba her an bir şey olacakmış gibi, dört tarafını kolaçan ederek, yürüyordu. Mezarlıkta kısa süre kalacak ve mezar taşlarına bakmamaya dikkat edecekti.
Mezarlığın doğu yakasında kurumuş çam ağacını kesmek için vurulan ilk baltanın sesinden herkes ürkmüş ve geri kaçmışlardı. Çünkü hortlak geldiğinde toprağı aralar ve oluşan boşluğa insanı atardı. Bu durumda toprak ayağının altından kayardı. Belki söylenenler rüyaydı, yalnız ziyaretçiler de uykuda gibiydiler.
Rüyasına giren hortlak, çam ağacını dibindeki kovuğa yerleşmiş olabilirdi. Burada dahiyane uydurma vardı. Düşünülen konuların rüya şeklinde yansıma yapıyordu.
Hortlak olayı, rüyada bile yokken, hâkim bilgi haline getirmek, doğrusu çocukça bir inanıştı.
İnsanları çukura iten ve fark edilmeyen hortlak, neyin nesiydi. Hareketini gören veya sesini duyan var mıydı?
Mezar taşı ölenin kimliği idi. Kimliklerin hortlak ve dondurucu etkisi olamazdı.
“Giden memnun ki yerinden, dönen yok seferinden.” Diyor yazar.
Hortlak duyumunu alanların, büyük çoğunluğu asri mezarlığı sorguluyor ve ziyarete gitmiyordu. Acaba hortlak mezar taşı görünümünde miydi? Mezarlığa gitmiyor fakat rüyada görünüyordu!
Mezar taşını rüyasında görüp irkilmesiyle çocukluk anıları depreşiyordu. Çünkü küçük yaşta babasını kaybetmiş ve mezarına gidiyordu. Böylece mezar taşlarını görüyordu.
Bundan sonra rüyasında, hortlak görmemek için dua edecekti.