Her mevsimde ayrı güzel çiçekleri ve meyveleriyle has bahçesinden yukarı çıkarken zorlandı. Sırtındaki çalı yükünü mereğin kapısına bıraktığında ise soluk soluğa kaldı.
Çalılar has bahçenin atıkları, kara ateşin gülleriydi. Gülleriydi annem için, yedi veren, kırmızı ve pembe…Kenarlarda karanfilleri gördü güllerin yanında parlak renkli. Hayal ülkesinde miydi? Yoksa rüya aleminde mi?
Rüyasında büyük bir maşrapa ile sebzelerini suluyordu. Has bahçenin her köşesinde. Her köşeden dere vadisini gözledi. Derenin çağlamasına dikkat kesildi. Sel mi, gelmişti. Bu sesin kaynağı ne idi. Suyun vadiyi kaplamasından korktu. Çocuklar sele kapılır diye, geçti aklından.
Camadanından büyük maşrapayı anneme uzattığında annemin gözlerini içi güldü. Kırış kırış olmuş yüzü sadeleşti, hafif pembe renk aldı. Babam; “Büyük maşrapa işini kolaylaştıracak.” Dedi. “Ayrıca bakır olduğu için kalıcı.” Dedi.
Annem; “Rüyam gerçek oldu.” Diye göklere uçtu.
Annem için, her şey çiçek ve çiçek güzelliğindeydi. Maşrapa, solmayan çiçeğin yerini alacaktı. Annem için çiçek; parlak renkli, uzun ömürlü ve solmayan özelliğe sahip olmalıydı. Çiçeğin solmayan özelliği meyve oluşturmasıydı.
Annem çiçekleri seviyorum dediğinde, kiraz, elma ve nar gibi meyve veren çiçekler aklına gelirdi. Onun için, çiçeklerin meyve oluşturması gerekiyordu.
Maşrapayı eline alan annemin yorgunluğu gitti. Yüzüne renk geldi ve mutlu oldu. Maşrapanın annemi bu tenli etkilemesinin nedeni yetim büyüme psikolojisiydi, diye düşündüm. Kardeşime ve bana baktı, “Daha çok süt içeceksiniz.” Dedi.
Annem maşrapaya sıcak su koyduktan sonra çiçeğinin yanına gidecekti ki, vadiden çirkin bir ses duyuldu. Bir tüfekti patlayan. Patlamanın ardından kaçan ördekti. Ördek kaçıyordu belli ki, yavruları vardı. Annem çiçeklerim, ördek, çulluk ve serçelerimin yaşaması gerekir, dedi.
Komşunun acele etmesine bir mana veremedi. Komşu, bulutlar karıştı ve yaklaştı. Yağmadan önce kuru çayırımı almak istiyorum, dedi. Kolay gelsin diyerek onu gönderdik. Annem yaklaşan bulutların iyi niyetli olmadığını anladı ve çalıların üzerini örtün, çayırı da çötenin altına alın. Arkları açın dedikten sonra. İneğin yanına gitti.
Annem, ineği ve yavrusuna “Çiçek demetim” diyordu. Onlar annem için, bir gül ve yavrusu karanfildi. Kardeşim de “Biz de uyku çiçeği, bazen açıyor, işe yarayacağımızda da uyuyoruz.” Dedi ve hep beraber güldük. Yeni maşrapasıyla ineği sağdı. Yukarı çıktı ve çiçeğimin meyvesi dedi. Sütü tencereye döktük ve kaynamaya bıraktık. Sabah kahvaltısı hazır demekti.
Taze süt iliklerimize kadar engelsiz ulaştı. Biz de okula tek solukta vardık. Mutluyduk, yeni maşrapayla birlikte çiçeğimizin meyvesini tatmıştık.
Anneme göre çok okumalıydık. Bir gazete parçası bulsa, “Okuyun, bakalım ne yazıyor.” Derdi. Annemin sözü şu an gibi kulağımda çınlıyor. “Çok okuyun, okuyanlar bir şey biliyor ki, şehirlere gidiyor.” Diyordu.
Sabah erken kalkar, has bahçede sebze ayıklardık. Annem; “Erken kalkan kuş, gagasını temizler, geç kalkan ise gözünü ovuşturur.” Derdi.
“Yakında dağların karı sahile gelir, zorda kalmamak için, şimdiden önlem almalıyız. Çiçeklerimizin neşeli olması bizim mutluluğumuzdur.” Derdi.
Yoldan aşağı geleni önce tanımadı. Yaklaştı ve kardeşi olduğunu anlayınca olduğu yerde kaldı. Kardeşi hasretle boynuna sarıldı. İki yıldan beri görmüyordu kardeşini, Maşrapa sevincine rağmen gözlerinden yaş aktı.
Anneme nasılsın dedi. Annem; “Bir parça toprakta dünyamı kurdum. Bir hayli küçülttüm, yetemiyorum büyüğüne. Vadiye inip derenin su sesini duysam yetiyor.”
Annem, “Küçük dünyama giriş kapısı açtım, çıkış kapısını şimdilik koymadım.” Dedi.
Hasan TANRIVERDİ





















