Bu hafta sonu tura katıldık. Hiç gitmediğim ama gitmeyi çok istediğim iki şehir de vardı içinde…
Mardin ve Diyarbakır…
Gece Adana’da başlayan yolculuğun ilk durağı Diyarbakır idi. Otobüsteki büyük grup, sabah kahvaltı zamanı ocak başı ciğer yemeye gitti. Biz azınlık grup kahvaltı salonuna gittik. Bir Karadenizli olarak sabah ciğer fikri bana hala uzak… Daha sonra büyük grup yediği yumuşak ve lezzetli ciğerleri anlata anlata bitirememişti… Bizim soframızda ise kavurmalı yumurta, menemen, Çemenle yapılmış ezme ve diğer kahvaltı çeşitleri vardı. Bizim azınlık hem kaynaştı hem de “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” sözünü doğruladı…Bize göre en şanslı bizdik…

Diyarbakır’ın On Gözlü Köprüsü, surları, Ahmet Arif’in evi, Cahit Sıtkı Tarancı’nın evi, hanları, camileri, Dört Ayaklı Minaresi ve daha birçok yeri ile tarih kokuyordu. Hanların girişinde kahve ikramları vardı. Kürt kahvesi diye satılan kahvenin içinde menengiç ve daha birçok karışım var. Bize ikram edilen tatlıydı ve kremamsı bir kıvamı vardı. Bence bol kalorili. Kafein barındırmadığı için uyandırıcı bir etkisi yok. Bana göre değil… Hediyelik eşyaları güzel ve uygun fiyatlı idi.
Beni en fazla etkileyen On Gözlü Köprü oldu. Köprünün çevresinde yemyeşil bahçeler var. Mevsimden mi bilinmez tertemiz bir havası, hafif hafif esen rüzgârı var…
Şehirde fazla kalamadan sıra gecesi macerası için ayrılmamıza hala üzülüyorum…
Sıra gecesi için Urfa’ya geçtiğimizde bir şey dikkatimi çekti. Balıklı göldeki balık miktarı azalmış. Neden bilinmez bu bana iyi bir şey gibi geldi…
Ertesi gün ilk durağımız Mardin idi. Belki de Türkiye’de en merak ettiğim şehir idi. Hayal ettiğimden farklı olarak eski Mardin evleri bana daha az göründü. Sayıları daha azdı. Ama taş işçiliği, şehrin kalesi, manzarası en güzelinden…
Mardin’in dar sokaklarında gezecek yerli zamanımız olmadı. Yine de ara sokaklarda bazı atölyeler gördüm. Ebru, cam boyama, ahşap oymacılığı vb. Aslında her sokak başka bir hikaye anlatıyor…

Mardin ‘de de alışveriş yaparken her şeyden bolca ikram ettiler. Badem şekerleri, cevizli tramisu, kuruyemişler, çörekler, şerbetler, çaylar, kahveler…
Oradan da bir eksiklik hissi ile ayrıldık.
Midyat bizi en masalsı şekliyle karşıladı. Taş binalar altın gerdanlıklar takmış gibiydi. O ışıltılı manzara bence hiçbir şehirde yok.
Oradan mutlu ayrıldık. Çünkü alışveriş cenneti gibiydi. Gümüş takılar, kozmetik ürünleri, içecekler…
Gezinin son durağı Beyaz Su oldu. Oralara yolu düşenlere tavsiyemdir. Beyaz Su’yu görmeden kendinizi gezmiş saymayın…























